English    Türkçe    فارسی   

5
875-899

  • Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez. 875
  • هر که اندر شش جهت دارد مقر  ** نکندش بی‌واسطه‌ی او حق نظر 
  • Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
  • گر کند رد از برای او کند  ** ور قبول آرد همو باشد سند 
  • O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
  • بی‌ازو ندهد کسی را حق نوال  ** شمه‌ای گفتم من از صاحب‌وصال 
  • Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
  • موهبت را بر کف دستش نهد  ** وز کفش آن را به مرحومان دهد 
  • Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
  • با کفش دریای کل را اتصال  ** هست بی‌چون و چگونه و بر کمال 
  • Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. 880
  • اتصالی که نگنجد در کلام  ** گفتنش تکلیف باشد والسلام 
  • Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir.
  • صد جوال زر بیاری ای غنی  ** حق بگوید دل بیار ای منحنی 
  • Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm.
  • گر ز تو راضیست دل من راضیم  ** ور ز تو معرض بود اعراضیم 
  • Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir.
  • ننگرم در تو در آن دل بنگرم  ** تحفه او را آر ای جان بر درم 
  • Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır.
  • با تو او چونست هستم من چنان  ** زیر پای مادران باشد جنان 
  • Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye. 885
  • مادر و بابا و اصل خلق اوست  ** ای خنک آنکس که داند دل ز پوست 
  • Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu.
  • تو بگویی نک دل آوردم به تو  ** گویدت پرست ازین دلها قتو 
  • Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür.
  • آن دلی آور که قطب عالم اوست  ** جان جان جان جان آدم اوست 
  • İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
  • از برای آن دل پر نور و بر  ** هست آن سلطان دلها منتظر 
  • Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın.
  • تو بگردی روزها در سبزوار  ** آنچنان دل را نیابی ز اعتبار 
  • Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün. 890
  • پس دل پژمرده‌ی پوسیده‌جان  ** بر سر تخته نهی آن سو کشان 
  • Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
  • که دل آوردم ترا ای شهریار  ** به ازین دل نبود اندر سبزوار 
  • O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
  • گویدت این گورخانه‌ست ای جری  ** که دل مرده بدینجا آوری 
  • Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur.
  • رو بیاور آن دلی کو شاه‌خوست  ** که امان سبزوار کون ازوست 
  • Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
  • گویی آن دل زین جهان پنهان بود  ** زانک ظلمت با ضیا ضدان بود 
  • Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır. 895
  • دشمنی آن دل از روز الست  ** سبزوار طبع را میراثی است 
  • Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
  • زانک او بازست و دنیا شهر زاغ  ** دیدن ناجنس بر ناجنس داغ 
  • İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
  • ور کند نرمی نفاقی می‌کند  ** ز استمالت ارتفاقی می‌کند 
  • O münâfık, evet der ama tasdik ettiğinden değil, nasihat verenin sözü kısa kesmesi içindir.(TM)
  • می‌کند آری نه از بهر نیاز  ** تا که ناصح کم کند نصح دراز 
  • Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
  • زانک این زاغ خس مردارجو  ** صد هزاران مکر دارد تو به تو