- Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
- گر کند رد از برای او کند ** ور قبول آرد همو باشد سند
- O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
- بیازو ندهد کسی را حق نوال ** شمهای گفتم من از صاحبوصال
- Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
- موهبت را بر کف دستش نهد ** وز کفش آن را به مرحومان دهد
- Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
- با کفش دریای کل را اتصال ** هست بیچون و چگونه و بر کمال
- Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. 880
- اتصالی که نگنجد در کلام ** گفتنش تکلیف باشد والسلام
- Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir.
- صد جوال زر بیاری ای غنی ** حق بگوید دل بیار ای منحنی
- Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm.
- گر ز تو راضیست دل من راضیم ** ور ز تو معرض بود اعراضیم
- Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir.
- ننگرم در تو در آن دل بنگرم ** تحفه او را آر ای جان بر درم
- Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır.
- با تو او چونست هستم من چنان ** زیر پای مادران باشد جنان
- Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye. 885
- مادر و بابا و اصل خلق اوست ** ای خنک آنکس که داند دل ز پوست
- Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu.
- تو بگویی نک دل آوردم به تو ** گویدت پرست ازین دلها قتو
- Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür.
- آن دلی آور که قطب عالم اوست ** جان جان جان جان آدم اوست
- İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
- از برای آن دل پر نور و بر ** هست آن سلطان دلها منتظر
- Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın.
- تو بگردی روزها در سبزوار ** آنچنان دل را نیابی ز اعتبار
- Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün. 890
- پس دل پژمردهی پوسیدهجان ** بر سر تخته نهی آن سو کشان
- Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
- که دل آوردم ترا ای شهریار ** به ازین دل نبود اندر سبزوار
- O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
- گویدت این گورخانهست ای جری ** که دل مرده بدینجا آوری
- Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur.
- رو بیاور آن دلی کو شاهخوست ** که امان سبزوار کون ازوست
- Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
- گویی آن دل زین جهان پنهان بود ** زانک ظلمت با ضیا ضدان بود
- Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır. 895
- دشمنی آن دل از روز الست ** سبزوار طبع را میراثی است
- Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
- زانک او بازست و دنیا شهر زاغ ** دیدن ناجنس بر ناجنس داغ
- İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
- ور کند نرمی نفاقی میکند ** ز استمالت ارتفاقی میکند
- O münâfık, evet der ama tasdik ettiğinden değil, nasihat verenin sözü kısa kesmesi içindir.(TM)
- میکند آری نه از بهر نیاز ** تا که ناصح کم کند نصح دراز
- Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
- زانک این زاغ خس مردارجو ** صد هزاران مکر دارد تو به تو
- Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. 900
- گر پذیرند آن نفاقش را رهید ** شد نفاقش عین صدق مستفید