- Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün. 890
- پس دل پژمردهی پوسیدهجان ** بر سر تخته نهی آن سو کشان
- Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
- که دل آوردم ترا ای شهریار ** به ازین دل نبود اندر سبزوار
- O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
- گویدت این گورخانهست ای جری ** که دل مرده بدینجا آوری
- Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur.
- رو بیاور آن دلی کو شاهخوست ** که امان سبزوار کون ازوست
- Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
- گویی آن دل زین جهان پنهان بود ** زانک ظلمت با ضیا ضدان بود
- Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır. 895
- دشمنی آن دل از روز الست ** سبزوار طبع را میراثی است
- Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
- زانک او بازست و دنیا شهر زاغ ** دیدن ناجنس بر ناجنس داغ
- İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
- ور کند نرمی نفاقی میکند ** ز استمالت ارتفاقی میکند
- O münâfık, evet der ama tasdik ettiğinden değil, nasihat verenin sözü kısa kesmesi içindir.(TM)
- میکند آری نه از بهر نیاز ** تا که ناصح کم کند نصح دراز
- Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
- زانک این زاغ خس مردارجو ** صد هزاران مکر دارد تو به تو
- Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. 900
- گر پذیرند آن نفاقش را رهید ** شد نفاقش عین صدق مستفید
- Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
- زانک آن صاحب دل با کر و فر ** هست در بازار ما معیوبخر
- Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak.
- صاحب دل جو اگر بیجان نهای ** جنس دل شو گر ضد سلطان نهای
- Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
- آنک زرق او خوش آید مر ترا ** آن ولی تست نه خاص خدا
- Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.
- هر که او بر خو و بر طبع تو زیست ** پیش طبع تو ولی است و نبیست
- Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. 905
- رو هوا بگذار تا بویت شود ** وان مشام خوش عبرجویت شود
- Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
- از هوارانی دماغت فاسدست ** مشک و عنبر پیش مغزت کاسدست
- Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
- حد ندارد این سخن و آهوی ما ** میگریزد اندر آخر جابجا
- Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı
- بقیهی قصهی آهو و آخر خران
- O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
- روزها آن آهوی خوشناف نر ** در شکنجه بود در اصطبل خر
- Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
- مضطرب در نزع چون ماهی ز خشک ** در یکی حقه معذب پشک و مشک
- Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyunda susun! 910
- یک خرش گفتی که ها این بوالوحوش ** طبع شاهان دارد و میران خموش
- Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
- وآن دگر تسخر زدی کز جر و مد ** گوهر آوردست کی ارزان دهد
- Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın.
- وآن خری گفتی که با این نازکی ** بر سریر شاه شو گو متکی
- Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı.
- آن خری شد تخمه وز خوردن بماند ** پس برسم دعوت آهو را بخواند
- Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.
- سر چنین کرد او که نه رو ای فلان ** اشتهاام نیست هستم ناتوان