- Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.
- هر که او بر خو و بر طبع تو زیست ** پیش طبع تو ولی است و نبیست
- Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. 905
- رو هوا بگذار تا بویت شود ** وان مشام خوش عبرجویت شود
- Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
- از هوارانی دماغت فاسدست ** مشک و عنبر پیش مغزت کاسدست
- Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
- حد ندارد این سخن و آهوی ما ** میگریزد اندر آخر جابجا
- Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı
- بقیهی قصهی آهو و آخر خران
- O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
- روزها آن آهوی خوشناف نر ** در شکنجه بود در اصطبل خر
- Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
- مضطرب در نزع چون ماهی ز خشک ** در یکی حقه معذب پشک و مشک
- Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyunda susun! 910
- یک خرش گفتی که ها این بوالوحوش ** طبع شاهان دارد و میران خموش
- Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
- وآن دگر تسخر زدی کز جر و مد ** گوهر آوردست کی ارزان دهد
- Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın.
- وآن خری گفتی که با این نازکی ** بر سریر شاه شو گو متکی
- Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı.
- آن خری شد تخمه وز خوردن بماند ** پس برسم دعوت آهو را بخواند
- Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.
- سر چنین کرد او که نه رو ای فلان ** اشتهاام نیست هستم ناتوان
- Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin. 915
- گفت میدانم که نازی میکنی ** یا ز ناموس احترازی میکنی
- Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte.
- گفت او با خود که آن طعمهی توست ** که از آن اجزای تو زنده و نوست
- Ben çayırlığın arkadaşıydım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim.
- من الیف مرغزاری بودهام ** در زلال و روضهها آسودهام
- Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
- گر قضا انداخت ما را در عذاب ** کی رود آن خو و طبع مستطاب
- Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim.
- گر گدا گشتم گدارو کی شوم ** ور لباسم کهنه گردد من نوم
- Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi. 920
- سنبل و لاله و سپرغم نیز هم ** با هزاران ناز و نفرت خوردهام
- Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
- گفت آری لاف میزن لافلاف ** در غریبی بس توان گفتن گزاف
- Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede.
- گفت نافم خود گواهی میدهد ** منتی بر عود و عنبر مینهد
- Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır.
- لیک آن را کی شنود صاحبمشام ** بر خر سرگینپرست آن شد حرام
- Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim?
- خر کمیز خر ببوید بر طریق ** مشک چون عرضه کنم با این فریق
- O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir. 925
- بهر این گفت آن نبی مستجیب ** رمز الاسلام فیالدنیا غریب
- Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar.
- زانک خویشانش هم از وی میرمند ** گرچه با ذاتش ملایک همدمند
- Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.
- صورتش را جنس میبینند انام ** لیک از وی مینیابند آن مشام
- Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma.
- همچو شیری در میان نقش گاو ** دور میبینش ولی او را مکاو