English    Türkçe    فارسی   

6
1018-1042

  • Allah o taşı kendisine bir siper yapmıştır. O gök renkli suyu, o taştan akıtıp durmadadır.
  • اسپر خود کرده حق آن سنگ را  ** بر گشاده آب مینارنگ را 
  • Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
  • هم‌چنانک از چشمه‌ی چشم تو نور  ** او روان کردست بی‌بخل و فتور 
  • O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır. 1020
  • نه ز پیه آن مایه دارد نه ز پوست  ** روی‌پوشی کرد در ایجاد دوست 
  • Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
  • در خلای گوش باد جاذبش  ** مدرک صدق کلام و کاذبش 
  • O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
  • آن چه بادست اندر آن خرد استخوان  ** کو پذیرد حرف و صوت قصه‌خوان 
  • Kemikle yel ancak bir vesileden ibarettir. İki âlemde de Allah’dan başka kimse yoktur.
  • استخوان و باد روپوشست و بس  ** در دو عالم غیر یزدان نیست کس 
  • Perdesiz olarak duyan da odur söyleyen de. Çünkü “Kulaklar baştan sayılır.”
  • مستمع او قایل او بی‌احتجاب  ** زانک الاذنان من الراس ای مثاب 
  • Kâfir dedi ki: Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. G 1025
  • گفت رحمت گر همی‌آید برو  ** زر بده بستانش ای اکرام‌خو 
  • önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
  • از منش وا خر چو می‌سوزد دلت  ** بی‌منت حل نگردد مشکلت 
  • Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
  • گفت صد خدمت کنم پانصد سجود  ** بنده‌ای دارم تن اسپید و جهود 
  • Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
  • تن سپید و دل سیاهستش بگیر  ** در عوض ده تن سیاه و دل منیر 
  • Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
  • پس فرستاد و بیاورد آن همام  ** بود الحق سخت زیبا آن غلام 
  • Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı. 1030
  • آنچنان که ماند حیران آن جهود  ** آن دل چون سنگش از جا رفت زود 
  • Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
  • حالت صورت‌پرستان این بود  ** سنگشان از صورتی مومین بود 
  • Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
  • باز کرد استیزه و راضی نشد  ** که برین افزون بده بی‌هیچ بد 
  • Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
  • یک نصاب نقره هم بر وی فزود  ** تا که راضی گشت حرص آن جهود 
  • Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
  • خندیدن جهود و پنداشتن کی صدیق مغبونست درین عقد 
  • O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
  • قهقهه زد آن جهود سنگ‌دل  ** از سر افسوس و طنز و غش و غل 
  • Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. 1035
  • گفت صدیقش که این خنده چه بود  ** در جواب پرسش او خنده فزود 
  • Dedi ki: Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan,
  • گفت اگر جدت نبودی و غرام  ** در خریداری این اسود غلام 
  • Ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun.
  • من ز استیزه نمی‌جوشیدمی  ** خود به عشر اینش بفروشیدمی 
  • Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.
  • کو به نزد من نیرزد نیم دانگ  ** تو گران کردی بهایش را به بانگ 
  • Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
  • پس جوابش داد صدیق ای غبی  ** گوهری دادی به جوزی چون صبی 
  • Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun. 1040
  • کو به نزد من همی‌ارزد دو کون  ** من به جانش ناظرستم تو بلون 
  • O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
  • زر سرخست او سیه‌تاب آمده  ** از برای رشک این احمق‌کده 
  • Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
  • دیده‌ی این هفت رنگ جسمها  ** در نیابد زین نقاب آن روح را