- Mekansızlık yurduna mahiyet ve keyfiyet bağışlayan bir hale gelir, bütün keyfiyet ve mahiyetler, köpekler gibi sofrasının etrafına toplanırsa.
- گشت چونیبخش اندر لامکان ** گرد خوانش جمله چونها چون سگان
- Keyfiyetsizlik âleminden onlara kemik verirse ne olur? Cenabetken sus, bu sûreyi okuma.
- او ز بیچونی دهدشان استخوان ** در جنابت تن زن این سوره مخوان
- Keyfiyetten gusül edip, tamamı ile yıkanıp arınmadıkça sen bu musafa dokunma oğlum. 1195
- تا ز چونی غسل ناری تو تمام ** تو برین مصحف منه کف ای غلام
- Fakat ey padişahlar, pis olayım, temiz olayım, âlemde bunu okumayayım da neyi okuyayım?
- گر پلیدم ور نظیفم ای شهان ** این نخوانم پس چه خوانم در جهان
- Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
- تو مرا گویی که از بهر ثواب ** غسل ناکرده مرو در حوض آب
- Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
- از برون حوض غیر خاک نیست ** هر که او در حوض ناید پاک نیست
- Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
- گر نباشد آبها را این کرم ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم
- Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine! 1200
- وای بر مشتاق و بر اومید او ** حسرتا بر حسرت جاوید او
- Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
- آب دارد صد کرم صد احتشام ** که پلیدان را پذیرد والسلام
- Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
- ای ضیاء الحق حسامالدین که نور ** پاسبان تست از شر الطیور
- Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
- پاسبان تست نور و ارتقاش ** ای تو خورشید مستر از خفاش
- Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
- چیست پرده پیش روی آفتاب ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب
- Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir. 1205
- پردهی خورشید هم نور ربست ** بینصیب از وی خفاشست و شبست
- Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
- هر دو چون در بعد و پرده ماندهاند ** یا سیهرو یا فسرده ماندهاند
- Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
- چون نبشتی بعضی از قصهی هلال ** داستان بدر آر اندر مقال
- Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
- آن هلال و بدر دارند اتحاد ** از دوی دورند و از نقص و فساد
- Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
- آن هلال از نقص در باطن بریست ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست
- Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. 1210
- درس گوید شب به شب تدریج را ** در تانی بر دهد تفریج را
- Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
- در تانی گوید ای عجول خام ** پایهپایه بر توان رفتن به بام
- Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
- دیگ را تدریج و استادانه جوش ** کار ناید قلیهی دیوانه جوش
- Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
- حق نه قادر بود بر خلق فلک ** در یکی لحظه به کن بیهیچ شک
- Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
- پس چرا شش روز آن را درکشید ** کل یوم الف عام ای مستفید
- Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır. 1215
- خلقت طفل از چه اندر نه مهاست ** زانک تدریج از شعار آن شهاست
- Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
- خلقت آدم چرا چل صبح بود ** اندر آن گل اندکاندک میفزود
- Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
- نه چو تو ای خام که اکنون تاختی ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی