English    Türkçe    فارسی   

6
1252-1276

  • Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
  • گفت باری اندکی پیهم بیاب  ** گفت آخر نیست دکان قصاب 
  • A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
  • گفت پاره‌ی آرد ده ای کدخدا  ** گفت پنداری که هست این آسیا 
  • Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
  • گفت باری آب ده از مکرعه  ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه 
  • Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi. 1255
  • هر چه او درخواست از نان یا سبوس  ** چربکی می‌گفت و می‌کردش فسوس 
  • Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
  • آن گدا در رفت و دامن بر کشید  ** اندر آن خانه بحسبت خواست رید 
  • Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
  • گفت هی هی گفت تن زن ای دژم  ** تا درین ویرانه خود فارغ کنم 
  • Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
  • چون درینجا نیست وجه زیستن  ** بر چنین خانه بباید ریستن 
  • Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.
  • چون نه‌ای بازی که گیری تو شکار  ** دست آموز شکار شهریار 
  • Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin. 1260
  • نیستی طاوس با صد نقش بند  ** که به نقشت چشمها روشن کنند 
  • Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
  • هم نه‌ای طوطی که چون قندت دهند  ** گوش سوی گفت شیرینت نهند 
  • Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
  • هم نه‌ای بلبل که عاشق‌وار زار  ** خوش بنالی در چمن یا لاله‌زار 
  • Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
  • هم نه‌ای هدهد که پیکیها کنی  ** نه چو لک‌لک که وطن بالا کنی 
  • Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
  • در چه کاری تو و بهر چت خرند  ** تو چه مرغی و ترا با چه خورند 
  • Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel! 1265
  • زین دکان با مکاسان برتر آ  ** تا دکان فضل که الله اشتری 
  • Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
  • کاله‌ای که هیچ خلقش ننگرید  ** از خلاقت آن کریم آن را خرید 
  • Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.
  • هیچ قلبی پیش او مردود نیست  ** زانک قصدش از خریدن سود نیست 
  • Kocakarının hikâyesi
  • رجوع به داستان آن کمپیر 
  • O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
  • چون عروسی خواست رفتن آن خریف  ** موی ابرو پاک کرد آن مستخیف 
  • Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
  • پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز  ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز 
  • 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı. 1270
  • چند گلگونه بمالید از بطر  ** سفره‌ی رویش نشد پوشیده‌تر 
  • Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
  • عشرهای مصحف از جا می‌برید  ** می‌بچفسانید بر رو آن پلید 
  • Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
  • تا که سفره‌ی روی او پنهان شود  ** تا نگین حلقه‌ی خوبان شود 
  • O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
  • عشرها بر روی هر جا می‌نهاد  ** چونک بر می‌بست چادر می‌فتاد 
  • Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
  • باز او آن عشرها را با خدو  ** می‌بچفسانید بر اطراف رو 
  • Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu. 1275
  • باز چادر راست کردی آن تکین  ** عشرها افتادی از رو بر زمین 
  • Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
  • چون بسی می‌کرد فن و آن می‌فتاد  ** گفت صد لعنت بر آن ابلیس باد