- Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
- پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز
- 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı. 1270
- چند گلگونه بمالید از بطر ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر
- Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
- عشرهای مصحف از جا میبرید ** میبچفسانید بر رو آن پلید
- Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
- تا که سفرهی روی او پنهان شود ** تا نگین حلقهی خوبان شود
- O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
- عشرها بر روی هر جا مینهاد ** چونک بر میبست چادر میفتاد
- Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
- باز او آن عشرها را با خدو ** میبچفسانید بر اطراف رو
- Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu. 1275
- باز چادر راست کردی آن تکین ** عشرها افتادی از رو بر زمین
- Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
- چون بسی میکرد فن و آن میفتاد ** گفت صد لعنت بر آن ابلیس باد
- Bu sözü der demez İblis göründü de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!
- شد مصور آن زمان ابلیس زود ** گفت ای قحبهی قدید بیورود
- Ben bütün ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe görmedim.
- من همه عمر این نیندیشیدهام ** نه ز جز تو قحبهای این دیدهام
- Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
- تخم نادر در فضیحت کاشتی ** در جهان تو مصحفی نگذاشتی
- Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni! 1280
- صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس ** ترک من گوی ای عجوزهی دردبیس
- Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
- چند دزدی عشر از علم کتاب ** تا شود رویت ملون همچو سیب
- Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
- چند دزدی حرف مردان خدا ** تا فروشی و ستانی مرحبا
- Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
- رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد
- Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
- عاقبت چون چادر مرگت رسد ** از رخت این عشرها اندر فتد
- O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider. 1285
- چونک آید خیزخیزان رحیل ** گم شود زان پس فنون قال و قیل
- Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
- عالم خاموشی آید پیش بیست ** وای آنک در درون انسیش نیست
- Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
- صیقلی کن یک دو روزی سینه را ** دفتر خود ساز آن آیینه را
- Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
- که ز سایهی یوسف صاحبقران ** شد زلیخای عجوز از سر جوان
- Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
- میشود مبدل به خورشید تموز ** آن مزاح بارد برد العجوز
- Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir. 1290
- میشود مبدل بسوز مریمی ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی
- A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
- ای عجوزه چند کوشی با قضا ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی
- Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
- چون رخت را نیست در خوبی امید ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد
- Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
- حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید
- Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
- آن یکی رنجور شد سوی طبیب ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب