- Her ilâcın manâsı hakikati, her hünerin sanatı, sihri gibi gizlidir.
- هست پنهان معنی هر داروی ** همچو سحر و صنعت هر جادوی
- Fakat yaptığı işe ve eserlerine bakarsan hakikati gizli olmakla beraber onu meydana çıkarırsın.
- چون نظر در فعل و آثارش کنی ** گرچه پنهانست اظهارش کنی
- İçinde gizli olan kuvvet, fiile gelince açığa çıkar, görünür. 1315
- قوتی کان اندرونش مضمرست ** چون به فعل آید عیان و مظهرست
- Bunların hepsi, sana eserleriyle görünür de nasıl olur. Allah, eserleriyle görünmez?
- چون به آثار این همه پیدا شدت ** چون نشد پیدا ز تاثیر ایزدت
- Sebeplerle tesirler, iç ve kabuk değil mi? Araştırırsan hepsi de onun eserleri değil mi?
- نه سببها و اثرها مغز و پوست ** چون بجویی جملگی آثار اوست
- Eserlerine bakıyor da bazı şeyleri seviyorsun, peki, neden eserleri bağışlayandan haberin yok?
- دوست گیری چیزها را از اثر ** پس چرا ز آثاربخشی بیخبر
- Bir hayale kapılıp halkı seviyorsun da doğu ve batının padişahını nasıl sevmiyorsun?
- از خیالی دوست گیری خلق را ** چون نگیری شاه غرب و شرق را
- Ey ulu kişi, bu sözün sonu gelmez. Bu husustaki hırsımız da dilerim bitmesin. 1320
- این سخن پایان ندارد ای قباد ** حرص ما را اندرین پایان مباد
- Hasta hikâyesi
- رجوع به قصهی رنجور
- Dön de hasta hikâyesini söyle, ayıpları örten hekimle macerasını anlat.
- باز گرد و قصهی رنجور گو ** با طبیب آگه ستارخو
- Hekim, hastanın nabzını tutup halini anladı. İyileşme ümidi hiç yoktu.
- نبض او بگرفت و واقف شد ز حال ** که امید صحت او بد محال
- Dedi ki: Gönlün ne dilerse onu yap da bedenindeki bu eski dert gitsin.
- گفت هر چت دل بخواهد آن بکن ** تا رود از جسمت این رنج کهن
- Hatırına ne gelirse yap, geri durma da sabır ve perhiz, sana eziyet vermesin.
- هرچه خواهد خاطر تو وا مگیر ** تا نگردد صبر و پرهیزت زحیر
- Bil ki sabır ve perhiz, bu hastalığa ziyandır, gönlüne geleni yap. 1325
- صبر و پرهیز این مرض را دان زیان ** هرچه خواهد دل در آرش در میان
- Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
- این چنین رنجور را گفت ای عمو ** حق تعالی اعملوا ما شتم
- Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
- گفت رو هین خیر بادت جان عم ** من تماشای لب جو میروم
- Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.
- بر مراد دل همیگشت او بر آب ** تا که صحت را بیابد فتح باب
- Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
- بر لب جو صوفیی بنشسته بود ** دست و رو میشست و پاکی میفزود
- Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu. 1330
- او قفااش دید چون تخییلیی ** کرد او را آرزوی سیلیی
- Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
- بر قفای صوفی حمزهپرست ** راست میکرد از برای صفع دست
- Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
- کارزو را گر نرانم تا رود ** آن طبیبم گفت کان علت شود
- Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
- سیلیش اندر برم در معرکه ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه
- Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
- تهلکهست این صبر و پرهیز ای فلان ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران
- Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı. 1335
- چون زدش سیلی برآمد یک طراق ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق
- Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
- خواست صوفی تا دو سه مشتش زند ** سبلت و ریشش یکایک بر کند
- Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
- خلق رنجور دق و بیچارهاند ** وز خداع دیو سیلی بارهاند