- Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
- خواست صوفی تا دو سه مشتش زند ** سبلت و ریشش یکایک بر کند
- Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
- خلق رنجور دق و بیچارهاند ** وز خداع دیو سیلی بارهاند
- Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
- جمله در ایذای بیجرمان حریص ** در قفای همدگر جویان نقیص
- Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
- ای زننده بیگناهان را قفا ** در قفای خود نمیبینی جزا
- Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan! 1340
- ای هوا را طب خود پنداشته ** بر ضعیفان صفع را بگماشته
- Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
- بر تو خندید آنک گفتت این دواست ** اوست که آدم را به گندم رهنماست
- Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
- که خورید این دانه او دو مستعین ** بهر دارو تا تکونا خالدین
- Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın kafasına geldi, ona ceza oldu.
- اوش لغزانید و او را زد قفا ** آن قفا وا گشت و گشت این را جزا
- Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Allah idi, elini tutan Haktı.
- اوش لغزانید سخت اندر زلق ** لیک پشت و دستگیرش بود حق
- Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi. 1345
- کوه بود آدم اگر پر مار شد ** کان تریاقست و بیاضرار شد
- Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
- تو که تریاقی نداری ذرهای ** از خلاص خود چرایی غرهای
- Nerede sen de Halil’cesine Allahya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
- آن توکل کو خلیلانه ترا ** وآن کرامت چون کلیمت از کجا
- Nerede o Allahya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana cadde yapasın?
- تا نبرد تیغت اسمعیل را ** تا کنی شهراه قعر نیل را
- Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.
- گر سعیدی از مناره اوفتید ** بادش اندر جامه افتاد و رهید
- Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya? 1350
- چون یقینت نیست آن بخت ای حسن ** تو چرا بر باد دادی خویشتن
- Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
- زین مناره صد هزاران همچو عاد ** در فتادند و سر و سر باد داد
- Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
- سرنگون افتادگان را زین منار ** مینگر تو صد هزار اندر هزار
- İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
- تو رسنبازی نمیدانی یقین ** شکر پاها گوی و میرو بر زمین
- Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.
- پر مساز از کاغذ و از که مپر ** که در آن سودا بسی رفتست سر
- O sofi, kızgınlıktan ateşlendi, ateşe döndü ama işin sonuna göz attı. 1355
- گرچه آن صوفی پر آتش شد ز خشم ** لیک او بر عاقبت انداخت چشم
- Taneyi almayan ve tuzağı gören kişi, ilk saftan adım atar atmaz durur, ileri gitmez.
- اول صف بر کسی ماندم به کام ** کو نگیرد دانه بیند بند دام
- İşin sonunu gören gözlere ne mutlu. Onlar, bedenin bozulup çürüyüşünü görürler.
- حبذا دو چشم پایان بین راد ** که نگه دارند تن را از فساد
- Ahmed’in gözü de onu görmüş, cehennemi buradayken kıldan kıla seyretmişti.
- آن ز پایاندید احمد بود کو ** دید دوزخ را همینجا مو به مو
- Arşı, kürsüyü, cennetleri görmüş, gaflet perdelerini yırtmıştı.
- دید عرش و کرسی و جنات را ** تا درید او پردهی غفلات را
- Zarardan kurtulmak istiyorsan gözünü işin önünde kapa, sonuna bak. 1360
- گر همیخواهی سلامت از ضرر ** چشم ز اول بند و پایان را نگر