- Doğan, isterse beyaz ve eşsiz olsun; fare avladıktan sonra bayağıdır.
- باز اگر باشد سپید و بینظیر ** چونک صیدش موش باشد شد حقیر
- Fakat baykuşun meyli, padişaha olsa doğan sayılır, külâhına bakma.
- ور بود چغدی و میل او به شاه ** او سر بازست منگر در کلاه
- İnsan, bir hamur teknesi boyuncadır ama gök yüzünden de üstündür, esirden de.
- آدمی بر قد یک طشت خمیر ** بر فزود از آسمان و از اثیر
- Hiç bu gökyüzü “Biz onu ululadık” sözünü duydu mu? Kim duydu bu sözü? Dertlere düşmüş Âdemoğlu.
- هیچ کرمنا شنید این آسمان ** که شنید این آدمی پر غمان
- Hiç kimse, güzelliğini, aklını, sözlerini, isteklerini yeryüzüne gösterdi, bildirdi mi? 140
- بر زمین و چرخ عرضه کرد کس ** خوبی و عقل و عبارات و هوس
- Hiç yüzünün güzelliğini, reyindeki isabeti gökyüzüne göstermeye, söylemeye kalkıştı mı?
- جلوه کردی هیچ تو بر آسمان ** خوبی روی و اصابت در گمان
- Oğlum, hiçbir gümüş bedenli dilber, hamam duvarlarına çizilmiş resimlere kendisini gösterir, onların karşısında cilvelenir mi?
- پیش صورتهای حمام ای ولد ** عرضه کردی هیچ سیماندام خود
- O huri gibi güzel resimler şöyle dursun, kalkar, yarı kör bir kocakarıya karşı cilvelenirsin.
- بگذری زان نقشهای همچو حور ** جلوه آری با عجوز نیمکور
- O kocakarıda olan ve resimlerde olmayan nedir ki seni o resimlerden tutup çeker?
- در عجوزه چیست که ایشان را نبود ** که ترا زان نقشها با خود ربود
- Sen söylemezsin ama ben söyleyeyim: Akıldır, duygudur, anlayıştır, tedbirdir, candır. 145
- تو نگویی من بگویم در بیان ** عقل و حس و درک و تدبیرست و جان
- Kocakarıda insanla kaynaşan can var. Halbuki hamamdaki resimlerde ruh yok.
- در عجوزه جان آمیزشکنیست ** صورت گرمابهها را روح نیست
- Hamam duvarındaki resim, bir harekete gelseydi derhal seni kocakarıdan çekerdi.
- صورت گرمابه گر جنبش کند ** در زمان او از عجوزه بر کند
- Can nedir? Hayırdan, şerden haberdar olan, lütuf ve ihsana sevinen, zarardan yerinip ağlayan şey.
- جان چه باشد با خبر از خیر و شر ** شاد با احسان و گریان از ضرر
- Madem ki canın sırrı, mahiyeti, insana hayrı, şerri haber vermede... Şu halde hakikatten kimin daha ziyade haberi varsa o, daha canlıdır.
- چون سر و ماهیت جان مخبرست ** هر که او آگاهتر با جانترست
- Ruhun tesiri, bilgi ve anlayıştır. Kimde bu bilgi ve anlayış, daha fazlaysa o, daha ziyade Allahlıktır. 150
- روح را تاثیر آگاهی بود ** هر که را این بیش اللهی بود
- Fakat bu tabiat âleminin ötesinde öyle haberler, öyle bilgiler vardır ki bu canlar, o meydan da cansız bir hale gelirler.
- چون خبرها هست بیرون زین نهاد ** باشد این جانها در آن میدان جماد
- Bunlardan haberdar olmayan can, Allah tapısına mazhar oldu... Canların canı ise Allah’ya mazhar oldu.
- جان اول مظهر درگاه شد ** جان جان خود مظهر الله شد
- Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Âdem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler.
- آن ملایک جمله عقل و جان بدند ** جان نو آمد که جسم آن بدند
- Kutluluktan o canı gördüler, ten gibi o ruha hizmetçi kesildiler.
- از سعادت چون بر آن جان بر زدند ** همچو تن آن روح را خادم شدند
- Şeytana gelince, canla başla ondan baş çekti, canla birleşmedi, çünkü ölü bir uzuvdu. 155
- آن بلیس از جان از آن سر برده بود ** یک نشد با جان که عضو مرده بود
- Canı olmadığı için Âdem’e feda olmadı... Kırık bir eldi, cana itaat etmedi.
- چون نبودش آن فدای آن نشد ** دست بشکسته مطیع جان نشد
- Fakat o uzvu kırıldıysa cana bir noksan gelmedi ya. Canın elindedir bu, onu yine yaratabilir.
- جان نشد ناقص گر آن عضوش شکست ** کان بدست اوست تواند کرد هست
- Başka bir sır daha var, fakat bunu duyacak kulak nerede? O şekeri yiyecek dudu kuşu hani?
- سر دیگر هست کو گوش دگر ** طوطیی کو مستعد آن شکر
- Has dudulara pek bol, pek değerli şeker var ama aşağılık dudular, o taraftan göz yummuşlar.
- طوطیان خاص را قندیست ژرف ** طوطیان عام از آن خور بسته طرف
- Yalnız sureti derviş olan, o zekâtı, o arılığı nereden tadacak. O, mânadır, faûlün fâilât değil. 160
- کی چشد درویش صورت زان زکات ** معنیست آن نه فعولن فاعلات