- Saka, içinde su olmayan kap peşindedir. Dülger, kapısı bulunmayan bir ev aramaktadır.
- جست سقا کوزای کش آب نیست ** وان دروگر خانهای کش باب نیست
- Avlanma zamanında hepsi de yokluğa saldırırlar. Ondan sonra da hepsi yokluktan kaçarlar.
- وقت صید اندر عدم بد حملهشان ** از عدم آنگه گریزان جملهشان
- Mademki ümidin yoklukta, neden çekiniyorsun ondan? Tamahının enis olduğu şeyden bu çekinme nedir?
- چون امیدت لاست زو پرهیز چیست ** با انیس طمع خود استیز چیست
- Mademki tamahın o yokluktur, yokluktan, yok oluştan bu kaçışın neden?
- چون انیس طمع تو آن نیستیست ** از فنا و نیست این پرهیز چیست
- Eğer bir yuvaya enis olmuşsan neden yokluk pususunda bekliyorsun a canım? 1375
- گر انیس لا نهای ای جان به سر ** در کمین لا چرایی منتظر
- Elinde ne var, ne yoksa hepsinden gönlünü çekmiş, gönül oltasını yokluk denizine salmışsın.
- زانک داری جمله دل برکندهای ** شست دل در بحر لا افکندهای
- Öyle olduğu halde bu murat denizinden kaçışın neden? O denizden oltana yüz binlerce av düştü.
- پس گریز از چیست زین بحر مراد ** که بشستت صد هزاران صید داد
- Neden kârın adını ölüm taktın? Büyüye bak ki kâr sana ölüm görünmede.
- از چه نام برگ را کردی تو مرگ ** جادوی بین که نمودت مرگ برگ
- Onun büyüsündeki sanat, iki gözünü de bağladı da canlar, kuyuya rağbet ettiler.
- هر دو چشمت بست سحر صنعتش ** تا که جان را در چه آمد رغبتش
- Allah hilesiyle hayaline kuyunun üstündeki ova tamamı ile yılan zehrinden ibaret görünür. 1380
- در خیال او ز مکر کردگار ** جمله صحرا فوق چه زهرست و مار
- Hâsılı kuyuyu, sığınılacak yer sanır, nihayet ölüm de onu kuyuya atar.
- لاجرم چه را پناهی ساختست ** تا که مرگ او را به چاه انداختست
- Söylediğim bu çeşit yanlışları Attar’ın sözlerinden dinle azizim!
- اینچ گفتم از غلطهات ای عزیز ** هم برین بشنو دم عطار نیز
- Sultan Mahmutla Hintli köle
- قصهی سلطان محمود و غلام هندو
- Allah rahmet etsin, hikâye etmiş, Gazi padişah Mahmud’u anarak inciler delmiştir.
- رحمة الله علیه گفته است ** ذکر شه محمود غازی سفته است
- Hint savaşında o ulu ve temiz kişi bir köle elde etti.
- کز غزای هند پیش آن همام ** در غنیمت اوفتادش یک غلام
- Onu halife yaptı, tahta oturttu. Ona ordu verdi, onu kendisine oğul edindi. 1385
- پس خلیفهش کرد و بر تختش نشاند ** بر سپه بگزیدش و فرزند خواند
- Bu hikâyeyi uzun boylu ve etraflı olarak o din büyüğünün kitabında bul oku.
- طول و عرض و وصف قصه تو به تو ** در کلام آن بزرگ دین بجو
- Hâsılı o çocuk, o güzelim tahtın üzerinde o büyük padişahın yanı başında otururdu.
- حاصل آن کودک برین تخت نضار ** شسته پهلوی قباد شهریار
- Daima yanar yakılır, ağlar dururdu. Padişah dedi ki: Ey bahtı kutlu!
- گریه کردی اشک میراندی بسوز ** گفت شه او را کای پیروز روز
- Neden ağlıyorsun? Devletin mi bozuldu? Padişahlardan üstünsün, padişahlar padişahıyla düşüp kalkmadasın.
- از چه گریی دولتت شد ناگوار ** فوق املاکی قرین شهریار
- Sen şu tahtın üstünde oturuyorsun. Vezirlerle asker, tahtının önünde ay ve yıldızlar gibi saf saf duruyorlar. 1390
- تو برین تخت و وزیران و سپاه ** پیش تختت صف زده چون نجم و ماه
- Çocuk, şundan ağlıyorum dedi; Anam memleketimizde.
- گفت کودک گریهام زانست زار ** که مرا مادر در آن شهر و دیار
- Beni daimi seninle korkutur, seni aslan Mahmud’un elinde göreyim derdi.
- از توم تهدید کردی هر زمان ** بینمت در دست محمود ارسلان
- Babam, anama sıkılır, bu ne kızgınlık, bu ne kötü dilek.
- پس پدر مر مادرم را در جواب ** جنگ کردی کین چه خشمست و عذاب
- Bundan başka bir beddua bulamıyor musun da böyle kötü ve öldürücü bedduada bulunuyorsun.
- مینیابی هیچ نفرینی دگر ** زین چنین نفرین مهلک سهلتر
- Ne merhametsiz, ne taş yürekli anasın, onu âdeta yüzlerce kılıçla kesip öldürmedesin diye kızar, savaşırdı. 1395
- سخت بیرحمی و بس سنگیندلی ** که به صد شمشیر او را قاتلی