- Hamam duvarındaki resim, bir harekete gelseydi derhal seni kocakarıdan çekerdi.
- صورت گرمابه گر جنبش کند ** در زمان او از عجوزه بر کند
- Can nedir? Hayırdan, şerden haberdar olan, lütuf ve ihsana sevinen, zarardan yerinip ağlayan şey.
- جان چه باشد با خبر از خیر و شر ** شاد با احسان و گریان از ضرر
- Madem ki canın sırrı, mahiyeti, insana hayrı, şerri haber vermede... Şu halde hakikatten kimin daha ziyade haberi varsa o, daha canlıdır.
- چون سر و ماهیت جان مخبرست ** هر که او آگاهتر با جانترست
- Ruhun tesiri, bilgi ve anlayıştır. Kimde bu bilgi ve anlayış, daha fazlaysa o, daha ziyade Allahlıktır. 150
- روح را تاثیر آگاهی بود ** هر که را این بیش اللهی بود
- Fakat bu tabiat âleminin ötesinde öyle haberler, öyle bilgiler vardır ki bu canlar, o meydan da cansız bir hale gelirler.
- چون خبرها هست بیرون زین نهاد ** باشد این جانها در آن میدان جماد
- Bunlardan haberdar olmayan can, Allah tapısına mazhar oldu... Canların canı ise Allah’ya mazhar oldu.
- جان اول مظهر درگاه شد ** جان جان خود مظهر الله شد
- Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Âdem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler.
- آن ملایک جمله عقل و جان بدند ** جان نو آمد که جسم آن بدند
- Kutluluktan o canı gördüler, ten gibi o ruha hizmetçi kesildiler.
- از سعادت چون بر آن جان بر زدند ** همچو تن آن روح را خادم شدند
- Şeytana gelince, canla başla ondan baş çekti, canla birleşmedi, çünkü ölü bir uzuvdu. 155
- آن بلیس از جان از آن سر برده بود ** یک نشد با جان که عضو مرده بود
- Canı olmadığı için Âdem’e feda olmadı... Kırık bir eldi, cana itaat etmedi.
- چون نبودش آن فدای آن نشد ** دست بشکسته مطیع جان نشد
- Fakat o uzvu kırıldıysa cana bir noksan gelmedi ya. Canın elindedir bu, onu yine yaratabilir.
- جان نشد ناقص گر آن عضوش شکست ** کان بدست اوست تواند کرد هست
- Başka bir sır daha var, fakat bunu duyacak kulak nerede? O şekeri yiyecek dudu kuşu hani?
- سر دیگر هست کو گوش دگر ** طوطیی کو مستعد آن شکر
- Has dudulara pek bol, pek değerli şeker var ama aşağılık dudular, o taraftan göz yummuşlar.
- طوطیان خاص را قندیست ژرف ** طوطیان عام از آن خور بسته طرف
- Yalnız sureti derviş olan, o zekâtı, o arılığı nereden tadacak. O, mânadır, faûlün fâilât değil. 160
- کی چشد درویش صورت زان زکات ** معنیست آن نه فعولن فاعلات
- İsa’nın eşeğinden şeker esirgnemez ama eşek, yaradılış bakımından otu beğenir.
- از خر عیسی دریغش نیست قند ** لیک خر آمد به خلقت که پسند
- Şeker, eşeği neşelendirseydi önüne kantarla şeker dökülürdü.
- قند خر را گر طرب انگیختی ** پیش خر قنطار شکر ریختی
- “Onların ağızlarını mühürledik” âyetinin mânasını bil. Yolcuya bu, mühim bir şeydir.
- معنی نختم علی افواههم ** این شناس اینست رهرو را مهم
- Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır.
- تا ز راه خاتم پیغامبران ** بوک بر خیزد ز لب ختم گران
- Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. 165
- ختمهایی که انبیا بگذاشتند ** آن بدین احمدی برداشتند
- Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı.
- قفلهای ناگشاده مانده بود ** از کف انا فتحنا برگشود
- O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere.
- او شفیع است این جهان و آن جهان ** این جهان زی دین و آنجا زی جنان
- Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.
- این جهان گوید که تو رهشان نما ** وآن جهان گوید که تو مهشان نما
- Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.
- پیشهاش اندر ظهور و در کمون ** اهد قومی انهم لا یعلمون
- Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur. 170
- باز گشته از دم او هر دو باب ** در دو عالم دعوت او مستجاب
- Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.
- بهر این خاتم شدست او که به جود ** مثل او نه بود و نه خواهند بود