- Yokluk , en yüksek derece olduğundan yoksullar, oraya vardılar, ödülü aldılar.
- نیستی چون هست بالایین طبق ** بر همه بردند درویشان سبق
- Hele bedenini, malını yok etmiş derviş, hepsinden ileridir. Fakat iş beden yokluğundadır, dilencilikte değil.
- خاصه درویشی که شد بی جسم و مال ** کار فقر جسم دارد نه سال
- Dilenci, malı bitmiş kişidir; kanaat sahibi ise, bedenine kıyan kişi.
- سایل آن باشد که مال او گداخت ** قانع آن باشد که جسم خویش باخت
- Artık dertten şikâyet etme. Çünkü dert , insanı yokluğa sürüp götüren rahvan bir attır.
- پس ز درد اکنون شکایت بر مدار ** کوست سوی نیست اسپی راهوار
- Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa , düşünemiyorsan yürü, zikret. 1475
- این قدر گفتیم باقی فکر کن ** فکر اگر جامد بود رو ذکر کن
- Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.
- ذکر آرد فکر را در اهتزاز ** ذکر را خورشید این افسرده ساز
- İşin aslı cezp eder. Fakat kardeş , işten kalıp o cezbeyi bekleme.
- اصل خود جذبه است لیک ای خواجهتاش ** کار کن موقوف آن جذبه مباش
- Çünkü işi bırakmak , nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?
- زانک ترک کار چون نازی بود ** ناز کی در خورد جانبازی بود
- Oğul,ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet.
- نه قبول اندیش نه رد ای غلام ** امر را و نهی را میبین مدام
- Derken cezbe kuşu , birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür. 1480
- مرغ جذبه ناگهان پرد ز عش ** چون بدیدی صبح شمع آنگه بکش
- Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür.
- چشمها چون شد گذاره نور اوست ** مغزها میبیند او در عین پوست
- Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.
- بیند اندر ذره خورشید بقا ** بیند اندر قطره کل بحر را
- Yine sofi hikâyesi,sofiyle kadı
- بار دیگر رجوع کردن به قصهی صوفی و قاضی
- Sofi dedi ki: Kafaya yenen bir sille yüzünden körcesine baş vermeye gelmez.
- گفت صوفی در قصاص یک قفا ** سر نشاید باد دادن از عمی
- Teslim hırkasını giyinmişim, bana sille yemek kolay gelir.
- خرقهی تسلیم اندر گردنم ** بر من آسان کرد سیلی خوردنم
- Düşmanını pek arık gördü, ben de düşmanca bir yumruk vursam. 1485
- دید صوفی خصم خود را سخت زار ** گفت اگر مشتش زنم من خصموار
- Kalay gibi eriyip akıverecek. Derken padişah kısas emredecek.
- او به یک مشتم بریزد چون رصاص ** شاه فرماید مرا زجر و قصاص
- Zaten çadır harap, direk kırık, yıkılmaya bahane arıyor.
- خیمه ویرانست و بشکسته وتد ** او بهانه میجود تا در فتد
- Bu ölü herif için kılıç altına gitmek, kısasa razı olmak yazıktır doğrusu, yazık dedi.
- بهر این مرده دریغ آید دریغ ** که قصاصم افتد اندر زیر تیغ
- Onu dövemediğinden kadıya götürmeyi kurdu.
- چون نمیتوانست کف بر خصم زد ** عزمش آن شد کش سوی قاضی برد
- Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez. 1490
- که ترازوی حق است و کیلهاش ** مخلص است از مکر دیو و حیلهاش
- O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
- هست او مقراض احقاد و جدال ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال
- Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.
- دیو در شیشه کند افسون او ** فتنهها ساکن کند قانون او
- Tamahkâr düşman teraziyi görünce serkeşliği bırakır, onun hükmüne uyar.
- چون ترازو دید خصم پر طمع ** سرکشی بگذارد و گردد تبع
- Fakat terazi olmazsa çok bile versen payına razı olmaz.
- ور ترازو نیست گر افزون دهیش ** از قسم راضی نگردد آگهیش
- Kadı rahmettir, savaşı defeder, kıyametteki adalet denizinden bir katradır o. 1495
- هست قاضی رحمت و دفع ستیز ** قطرهای از بحر عدل رستخیز