- Onun en aşağı oyunu, canındır. Bu nelik ve nitelik cana nasıl sığar? Can nasıldır, nicedir diyebilir misin?
- کمترین لعبت او جان تست ** این چگونه و چون جان کی شد درست
- Peki, her katradaki akıl ve can bile bedene bigâne olan böyle bir deniz, 1625
- پس چنان بحری که در هر قطر آن ** از بدن ناشیتر آمد عقل و جان
- Nasıl olur da sayı ve keyfiyetin daracık sahasına sığar? Aklıkül bile orada bilmeyenler arasına katılmıştır.
- کی بگنجد در مضیق چند و چون ** عقل کل آنجاست از لا یعلمون
- Akıl, bedene ey cansız şey der, hiç o dönüp varacağın denizden bir koku aldın, bir şey duydun mu?
- عقل گوید مر جسد را که ای جماد ** بوی بردی هیچ از آن بحر معاد
- Beden der ki: Ben ancak senin bir gölgenim. Gölgeden kim yardım ister ki?
- جسم گوید من یقین سایهی توم ** یاری از سایه که جوید جان عم
- Akıl da burası der, anlayabilecek kişinin, anlayamayacak kişiden daha âciz olduğu bir yerdir. Öyle bir hayret makamıdır burası ki,
- عقل گوید کین نه آن حیرت سراست ** که سزا گستاختر از ناسزاست
- Burada parlak güneş bile bir zerreye kulluk etmede, köle gibi hizmetlerde bulunmaktadır. 1630
- اندرینجا آفتاب انوری ** خدمت ذره کند چون چاکری
- Aslan burada ceylânın önüne baş kor. Doğan burada çil kuşunun yanında kanat çırpar.
- شیر این سو پیش آهو سر نهد ** باز اینجا نزد تیهو پر نهد
- Buna inanmıyorsan neden Mustafa yoksullardan dua ister durur du ya?
- این ترا باور نیاید مصطفی ** چون ز مسکینان همیجوید دعا
- Bu, belletme içindi dersen bilgisizlik, nasıl olur da anlatma vesilesi kesilir?
- گر بگویی از پی تعلیم بود ** عین تجهیل از چه رو تفهیم بود
- O biliyordu ki padişahlara lâyık defineyi, padişah, yıkık yerlere gömer.
- بلک میداند که گنج شاهوار ** در خرابیها نهد آن شهریار
- O yıkık yerin her cüzü, defineyi gösterir ama kötü zan, o defineyi kaybetmek için tersine çakılmış nal izlerine benzer. 1635
- بدگمانی نعل معکوس ویست ** گرچه هر جزویش جاسوس ویست
- Hattâ doğrusu hakikat, hakikatte garkolmuştur da bu sebeple yetmiş fıkra, belki de yüz fıkra meydana çıkmıştır.
- بل حقیقت در حقیقت غرقه شد ** زین سبب هفتاد بل صد فرقه شد
- Sofi, can kulağını iyi aç, sana kendi saçma sözlerini anlatıyorum.
- با تو قلماشیت خواهم گفت هان ** صوفیا خوش پهن بگشا گوش جان
- Takdir sana bir zahım vurdu mu bekle, ondan sonra bir ağır elbise giydirecektir.
- مر ترا هم زخم که آید ز آسمان ** منتظر میباش خلعت بعد آن
- Çünkü o, silleyi vurduktan sonra taç ve taht bağışlamayacak bir padişah değildi.
- کو نه آن شاهست کت سیلی زند ** پس نبخشد تاج و تخت مستند
- Bütün dünya, onca bir sinek kanadı değerindedir. Bir silleye karşı da sonsuz ihsanlarda bulunur. 1640
- جمله دنیا را پر پشه بها ** سیلیی را رشوت بیمنتها
- Boynunu, dünyanın şu altın boyunduruğundan çabuk kurtar da Allahdan sille satın almaya bak.
- گردنت زین طوق زرین جهان ** چست در دزد و ز حق سیلی ستان
- Peygamberler de dertlere, musibetlere sabrettiler de o yüzden başlarını yücelttiler.
- آن قفاها که انبیا برداشتند ** زان بلا سرهای خود افراشتند
- Fakat yiğidim, hazırlan, bekle de gelince seni evde bulsun.
- لیک حاضر باش در خود ای فتی ** تا به خانه او بیابد مر ترا
- Yoksa eve geldim, kimsecikler yoktu diye getirdiği elbiseyi geri götürür ha!
- ورنه خلعت را برد او باز پس ** که نیابیدم به خانهش هیچ کس
- Sofinin ,yine kadıya sorması
- باز سال کردن صوفی از آن قاضی
- Sofi dedi ki: Ne olurdu yâni, bu âlem, ebedî olarak insana gülseydi, hiç kaşlarını çatmasaydı. 1645
- گفت صوفی که چه بودی کین جهان ** ابروی رحمت گشادی جاودان
- Her an ortaya bir acılık katmasaydı, değişip durarak insana zahmetler vermeseydi.
- هر دمی شوری نیاوردی به پیش ** بر نیاوردی ز تلوینهاش نیش
- Gündüzün nurunu gece çalmasaydı, zevk ve sefalar sürülen bahçeyi kış talan etmeseydi.
- شب ندزدیدی چراغ روز را ** دی نبردی باغ عیش آموز را
- Sıhhat kadehi humma taşı ile kırılmasaydı, eminliği dert ve elem korkusu bozmasaydı.
- جام صحت را نبودی سنگ تب ** آمنی با خوف ناوردی کرب