English    Türkçe    فارسی   

6
1634-1658

  • O biliyordu ki padişahlara lâyık defineyi, padişah, yıkık yerlere gömer.
  • بلک می‌داند که گنج شاهوار  ** در خرابیها نهد آن شهریار 
  • O yıkık yerin her cüzü, defineyi gösterir ama kötü zan, o defineyi kaybetmek için tersine çakılmış nal izlerine benzer. 1635
  • بدگمانی نعل معکوس ویست  ** گرچه هر جزویش جاسوس ویست 
  • Hattâ doğrusu hakikat, hakikatte garkolmuştur da bu sebeple yetmiş fıkra, belki de yüz fıkra meydana çıkmıştır.
  • بل حقیقت در حقیقت غرقه شد  ** زین سبب هفتاد بل صد فرقه شد 
  • Sofi, can kulağını iyi aç, sana kendi saçma sözlerini anlatıyorum.
  • با تو قلماشیت خواهم گفت هان  ** صوفیا خوش پهن بگشا گوش جان 
  • Takdir sana bir zahım vurdu mu bekle, ondan sonra bir ağır elbise giydirecektir.
  • مر ترا هم زخم که آید ز آسمان  ** منتظر می‌باش خلعت بعد آن 
  • Çünkü o, silleyi vurduktan sonra taç ve taht bağışlamayacak bir padişah değildi.
  • کو نه آن شاهست کت سیلی زند  ** پس نبخشد تاج و تخت مستند 
  • Bütün dünya, onca bir sinek kanadı değerindedir. Bir silleye karşı da sonsuz ihsanlarda bulunur. 1640
  • جمله دنیا را پر پشه بها  ** سیلیی را رشوت بی‌منتها 
  • Boynunu, dünyanın şu altın boyunduruğundan çabuk kurtar da Allahdan sille satın almaya bak.
  • گردنت زین طوق زرین جهان  ** چست در دزد و ز حق سیلی ستان 
  • Peygamberler de dertlere, musibetlere sabrettiler de o yüzden başlarını yücelttiler.
  • آن قفاها که انبیا برداشتند  ** زان بلا سرهای خود افراشتند 
  • Fakat yiğidim, hazırlan, bekle de gelince seni evde bulsun.
  • لیک حاضر باش در خود ای فتی  ** تا به خانه او بیابد مر ترا 
  • Yoksa eve geldim, kimsecikler yoktu diye getirdiği elbiseyi geri götürür ha!
  • ورنه خلعت را برد او باز پس  ** که نیابیدم به خانه‌ش هیچ کس 
  • Sofinin ,yine kadıya sorması
  • باز سال کردن صوفی از آن قاضی 
  • Sofi dedi ki: Ne olurdu yâni, bu âlem, ebedî olarak insana gülseydi, hiç kaşlarını çatmasaydı. 1645
  • گفت صوفی که چه بودی کین جهان  ** ابروی رحمت گشادی جاودان 
  • Her an ortaya bir acılık katmasaydı, değişip durarak insana zahmetler vermeseydi.
  • هر دمی شوری نیاوردی به پیش  ** بر نیاوردی ز تلوینهاش نیش 
  • Gündüzün nurunu gece çalmasaydı, zevk ve sefalar sürülen bahçeyi kış talan etmeseydi.
  • شب ندزدیدی چراغ روز را  ** دی نبردی باغ عیش آموز را 
  • Sıhhat kadehi humma taşı ile kırılmasaydı, eminliği dert ve elem korkusu bozmasaydı.
  • جام صحت را نبودی سنگ تب  ** آمنی با خوف ناوردی کرب 
  • Hâsılı nimetinde bir hırıltı, gürültü olmasaydı cömertliğinden, ne eksilirdi ki?
  • خود چه کم گشتی ز جود و رحمتش  ** گر نبودی خرخشه در نعمتش 
  • Kadının sofiye cevap vermesi ve Türkle terzi hikâyesini örnek getirmesi
  • جواب قاضی سال صوفی را و قصه‌ی ترک و درزی را مثل آوردن 
  • Kadı, pek bomboş bir sofisin sen. Kûfî yazıdaki kef gibi bomboşsun, bir parçacık bile aklın yok. 1650
  • گفت قاضی بس تهی‌رو صوفیی  ** خالی از فطنت چو کاف کوفیی 
  • Ağzından şekerler saçan hikâyeci, geceleri terzilerin hainliklerini anlatır, hiç duymadın mı sen?
  • تو بنشنیدی که آن پر قند لب  ** غدر خیاطان همی‌گفتی به شب 
  • Onların halkı nasıl soyup soğana çevirdiklerine dair geçmiş zamanlardaki hikâyeleri anlatır durur.
  • خلق را در دزدی آن طایفه  ** می‌نمود افسانه‌های سالفه 
  • Kumaş keserlerken kumaşın bir parçasını nasıl çaldıklarını şuna buna söyler.
  • قصه‌ی پاره‌ربایی در برین  ** می حکایت کرد او با آن و این 
  • Hikâyecinin biri de geceleyin yine terzi masalı okumaya koyulmuştu. Halk başına toplanmıştı.
  • در سمر می‌خواند دزدی‌نامه‌ای  ** گرد او جمع آمده هنگامه‌ای 
  • Dinleyici bulunduğundan bütün cüzleri hikâye olmuştu âdeta. 1655
  • مستمع چون یافت جاذب زان وفود  ** جمله اجزااش حکایت گشته بود 
  • Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok Allah, dinleyenlerin himmetince vaiz edenlerin diline hikmet telkin eder” buyurdu.
  • قال النبی علیه السلام ان الله تعالی یلقن الحکمة علی لسان الواعظین بقدر همم المستمعین 
  • Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, çocuğun tesiriyledir.
  • جذب سمعست ار کسی را خوش لبیست  ** گرمی و جد معلم از صبیست 
  • Yirmi dört şubeden çalgı çalan bir çalgıcıya, dinleyen olmadı mı çalgısı bir yük olur.
  • چنگیی را کو نوازد بیست و چار  ** چون نیابد گوش گردد چنگ بار 
  • Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!
  • نه حراره یادش آید نه غزل  ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل