- Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
- اندر آن هنگامه ترکی از خطا ** سخت طیره شد ز کشف آن غطا
- Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
- شب چو روز رستخیز آن رازها ** کشف میکرد از پی اهل نهی
- Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
- هر کجا آیی تو در جنگی فراز ** بینی آنجا دو عدو در کشف راز
- O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.
- آن زمان را محشر مذکور دان ** وان گلوی رازگو را صور دان
- Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır. 1670
- که خدا اسباب خشمی ساختست ** وآن فضایح را بکوی انداختست
- Hikâyeci, terzilerin bir çok hainliklerini sayıp döktü. Türk acıklandı, kızdı, dertlendi.
- بس که غدر درزیان را ذکر کرد ** حیف آمد ترک را و خشم و درد
- Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?
- گفت ای قصاص در شهر شما ** کیست استاتر درین مکر و دغا
- Türk’ün ,terzi benden bir şey çalamaz diye bahse girişmesi
- دعوی کردن ترک و گرو بستن او کی درزی از من چیزی نتواند بردن
- Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte halkı öldürür âdeta.
- گفت خیاطیست نامش پور شش ** اندرین چستی و دزدی خلقکش
- Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.
- گفت من ضامن که با صد اضطراب ** او نیارد برد پیشم رشتهتاب
- Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle kanatlanıp uçmaya kalkma. 1675
- پس بگفتندش که از تو چستتر ** مات او گشتند در دعوی مپر
- Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin dediler.
- رو به عقل خود چنین غره مباش ** که شوی یاوه تو در تزویرهاش
- Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse girişti.
- گرمتر شد ترک و بست آنجا گرو ** که نیارد برد نی کهنه نی نو
- Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
- مطمعانش گرمتر کردند زود ** او گرو بست و رهان را بر گشود
- Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.
- که گرو این مرکب تازی من ** بدهم ار دزدد قماشم او به فن
- Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım. 1680
- ور نتواند برد اسپی از شما ** وا ستانم بهر رهن مبتدا
- Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
- ترک را آن شب نبرد از غصه خواب ** با خیال دزد میکرد او حراب
- Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
- بامدادان اطلسی زد در بغل ** شد به بازار و دکان آن دغل
- Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş geldin dedi.
- پس سلامش کرد گرم و اوستاد ** جست از جا لب به ترحیبش گشاد
- Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.
- گرم پرسیدش ز حد ترک بیش ** تا فکند اندر دل او مهر خویش
- Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı. 1685
- چون بدید از وی نوای بلبلی ** پیشش افکند اطلس استنبلی
- Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
- که ببر این را قبای روز جنگ ** زیر نافم واسع و بالاش تنگ
- Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
- تنگ بالا بهر جسمآرای را ** زیر واسع تا نگیرد پای را
- Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
- گفت صد خدمت کنم ای ذو وداد ** در قبولش دست بر دیده نهاد
- Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
- پس بپیمود و بدید او روی کار ** بعد از آن بگشاد لب را در فشار
- Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu. 1690
- از حکایتهای میران دگر ** وز کرمها و عطاء آن نفر