- Hızlı yürümeden ayağı yanmaktaydı. Yolsa ay gibi kadınlarla doluydu, yol açmaya âdeta imkân yoktu.
- پای او میسوخت از تعجیل و راه ** بسته از جوق زنان همچو ماه
- Bir kadına yüz çevirdi de dedi ki: A bayağı mahlûklar, a kızcağızlar, ne de çoksunuz.
- رو به یک زن کرد و گفت ای مستهان ** هی چه بسیارید ای دخترچگان
- Kadın, ona yüzünü döndü, ey emniyet sahibi dedi, bizim bolluğumuzu kötü görme. 1730
- رو بدو کرد آن زن و گفت ای امین ** هیچ بسیاری ما منکر مبین
- Bu kadar çoğuz ama öyle olduğu halde size bu çokluk bile az gelmede.
- بین که با بسیاری ما بر بساط ** تنگ میآید شما را انبساط
- Kadın kıtlığından oğlancılığa düşüyorsunuz da yapan da dünyaya rezil rüsva oluyor, yaptıran da!
- در لواطه میفتید از قحط زن ** فاعل و مفعول رسوای زمن
- Zamanın hâdiselerine bakma. Feleğin acılıklarını, hazım olunmaz şeylerini görme.
- تو مبین این واقعات روزگار ** کز فلک میگردد اینجا ناگوار
- Rızkın, geçimin darlığına, şu kıtlığına, korkuya, titreyişe bakma.
- تو مبین تحشیر روزی و معاش ** تو مبین این قحط و خوف و ارتعاش
- Şuna bak sen: Bu kadar acılıklarıyla beraber yine de onun için ölüyor, ondan bir türlü kendinizi çekemiyorsunuz. 1735
- بین که با این جمله تلخیهای او ** مردهی اویید و ناپروای او
- Acı imtihanı bir rahmet bil, Belh ve Merv ülkelerine sahip olmayı bir gazap say.
- رحمتی دان امتحان تلخ را ** نقمتی دان ملک مرو و بلخ را
- O İbrahim, telef olmaktan çekinmedi, ateşe atıldı, fakat yanmadı, bu İbrahim, şereften saltanattan kaçtı, kendisini ateşe attı.
- آن براهیم از تلف نگریخت و ماند ** این براهیم از شرف بگریخت و راند
- Şaşılacak şey. Ateş onu yakmadı, bunu yaktı. İstek yolunda böyle tersine nallar vardır işte!
- آن نسوزد وین بسوزد ای عجب ** نعل معکوس است در راه طلب
- Sofinin tekrar sual sorması
- باز مکرر کردن صوفی سال را
- Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
- گفت صوفی قادرست آن مستعان ** که کند سودای ما را بی زیان
- Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir. 1740
- آنک آتش را کند ورد و شجر ** هم تواند کرد این را بیضرر
- Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
- آنک گل آرد برون از عین خار ** هم تواند کرد این دی را بهار
- Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
- آنک زو هر سرو آزادی کند ** قادرست ار غصه را شادی کند
- Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
- آنک شد موجود از وی هر عدم ** گر بدارد باقیش او را چه کم
- Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
- آنک تن را جان دهد تا حی شود ** گر نمیراند زیانش کی شود
- O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar? 1745
- خود چه باشد گر ببخشد آن جواد ** بنده را مقصود جان بیاجتهاد
- Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
- دور دارد از ضعیفان در کمین ** مکر نفس و فتنهی دیو لعین
- Kadının sofiye cevap vermesi
- جواب دادن قاضی صوفی را
- Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
- گفت قاضی گر نبودی امر مر ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در
- Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
- ور نبودی نفس و شیطان و هوا ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا
- A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?
- پس به چه نام و لقب خواندی ملک ** بندگان خویش را ای منهتک
- Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi? 1750
- چون بگفتی ای صبور و ای حلیم ** چون بگفتی ای شجاع و ای حکیم
- Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
- صابرین و صادقین و منفقین ** چون بدی بی رهزن و دیو لعین
- Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.
- رستم و حمزه و مخنث یک بدی ** علم و حکمت باطل و مندک بدی