- Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
- آستین پیرهن بنمود زن ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن
- Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
- گفت از سختی تنم را میخورد ** کس کسی را کسوه زین سان آورد
- Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
- گفت ای زن یک سالت میکنم ** مرد درویشم همین آمد فنم
- Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün. 1765
- این درشتست و غلیظ و ناپسند ** لیک بندیش ای زن اندیشهمند
- Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
- این درشت و زشتتر یا خود طلاق ** این ترا مکروهتر یا خود فراق
- Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
- همچنان ای خواجهی تشنیع زن ** از بلا و فقر و از رنج و محن
- Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
- لا شک این ترک هوا تلخیدهست ** لیک از تلخی بعد حق بهست
- Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
- گر جهاد و صوم سختست و خشن ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن
- İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı? 1770
- رنج کی ماند دمی که ذوالمنن ** گویدت چونی تو ای رنجور من
- Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
- ور نگوید کت نه آن فهم و فن است ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست
- Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
- آن ملیحان که طبیبان دلاند ** سوی رنجوران به پرسش مایلاند
- Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
- وز حذر از ننگ و از نامی کنند ** چارهای سازند و پیغامی کنند
- Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
- ورنه در دلشان بود آن مفتکر ** نیست معشوقی ز عاشق بیخبر
- Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku. 1775
- ای تو جویای نوادر داستان ** هم فسانهی عشقبازان را بخوان
- Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
- بس بجوشیدی درین عهد مدید ** ترکجوشی هم نگشتی ای قدید
- Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
- دیدهای عمری تو داد و داوری ** وانگه از نادیدگان ناشیتری
- Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
- هر که شاگردیش کرد استاد شد ** تو سپستر رفتهای ای کور لد
- Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
- خود نبود از والدینت اختبار ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار
- Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı? 1780
- عارفی پرسید از آن پیر کشیش ** که توی خواجه مسنتر یا که ریش
- Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
- گفت نه من پیش ازو زاییدهام ** بی ز ریشی بس جهان را دیدهام
- Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
- گفت ریشت شد سپید از حال گشت ** خوی زشت تو نگردیدست وشت
- O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
- او پس از تو زاد و از تو بگذرید ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید
- Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.
- تو بر آن رنگی که اول زادهای ** یک قدم زان پیشتر ننهادهای
- Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın. 1785
- همچنان دوغی ترش در معدنی ** خود نگردی زو مخلص روغنی
- Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ pişmemişsin.
- هم خمیری خمر طینه دری ** گرچه عمری در تنور آذری