- O öküze âşık oldukça şu üç yüz yıllık uzaklıktan kurtulamazsın. 1790
- نگذری زین بعد سیصد ساله تو ** تا که داری عشق آن گوساله تو
- Onların da gönüllerinden öküzün hayali çıkmadıkça ıssı bir girdaba benzeyen o çölde kaldılar.
- تا خیال عجل از جانشان نرفت ** بد بریشان تیه چون گرداب زفت
- Bu öküzü bir tarafa bırak, Allahdan sonsuz lûtuflara ermiş, nihayetsiz nimetler görmüşsün.
- غیر این عجلی کزو یابیدهای ** بینهایت لطف و نعمت دیدهای
- Fakat öküz tabiatlısın, onun için o büyük büyük iyilikler, bu öküzün aşkı ile gönlünden gidiverdi.
- گاو طبعی زان نکوییهای زفت ** از دلت در عشق این گوساله رفت
- Bâri şimdi bedeninin bütün cüzilerinden sor. Şu dilsiz uzuvlarının yüzlerce dili vardır.
- باری اکنون تو ز هر جزوت بپرس ** صد زبان دارند این اجزای خرس
- Âleme rızık veren Allah’nın nimetlerinin zikri, zaman yapraklarında gizlenmiştir. 1795
- ذکر نعمتهای رزاق جهان ** که نهان شد آن در اوراق زمان
- Sen gece gündüz hikâye arar durursun. Halbuki senin cüzilerinin cüzileri, sana hikâyeler söyler durur.
- روز و شب افسانهجویانی تو چست ** جزو جزو تو فسانهگوی تست
- Onlar yokluktan var olalı nice neşeler gördüler, nice gamlar tattılar.
- جزو جزوت تا برستست از عدم ** چند شادی دیدهاند و چند غم
- Çünkü hiçbir cüzi lezzetsiz bitmez. Istıraplarla zayıflar, kuru kalır.
- زانک بیلذت نروید هیچ جزو ** بلک لاغر گردد از هی پیچ جزو
- Halbuki senin cüzün kaldı da o iyilik, o nimet, aklından gitti. Daha doğrusu gitmedi,beş duygunla yedi endamından gizlendi.
- جزو ماند و آن خوشی از یاد رفت ** بل نرفت آن خفیه شد از پنج و هفت
- Yaz gibi hani. Yazın pamuk biter de o kalır, fakat yaz hatırlanmaz olur. 1800
- همچو تابستان که از وی پنبهزاد ** ماند پنبه رفت تابستان ز یاد
- Yahut da buz gibi. Kışın olur da kış gizlenir, buz bize kalır.
- یا مثال یخ که زاید از شتا ** شد شتا پنهان و آن یخ پیش ما
- Bu o güçlükten bir armağandır. Kışın da yazın armağanları şu meyvelerdir.
- هست آن یخ زان صعوبت یادگار ** یادگار صیف در دی این ثمار
- Ey yiğit bunun gibi senin her cüzün de bedeninde Allahnın bir nimetini söylemededir.
- همچنان هر جزو جزوت ای فتی ** در تنت افسانه گوی نعمتی
- Şu kadın gibi yirmi oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
- چون زنی که بیست فرزندش بود ** هر یکی حاکی حال خوش بود
- Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz. Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı? 1805
- حمل نبود بی ز مستی و ز لاغ ** بی بهاری کی شود زاینده باغ
- Gebelerle kucaklarındaki çocuklar, baharın o kadınların aşkına delâlet eder.
- حاملان و بچگانشان بر کنار ** شد دلیل عشقبازی با بهار
- Her ağaç, çocuklarını emzirmededir. Hepsi, Meryem gibi gizli bir padişahtan gebe kalmıştır.
- هر درختی در رضاع کودکان ** همچو مریم حامل از شاهی نهان
- Ateş suyla gizlenir ama üstünde yüz binlerce köpük coşar.
- گرچه صد در آب آتشی پوشیده شد ** صد هزاران کف برو جوشیده شد
- Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına delâlet etmekdedir.
- گرچه آتش سخت پنهان میتند ** کف بده انگشت اشارت میکند
- Vuslat sarhoşlarının cüzleri de, bunun gibi hal ve söz timsallerinden gebe kalır. 1810
- همچنین اجزای مستان وصال ** حامل از تمثالهای حال و قال
- Hal güzelliğine karşı ağızları açık kalmıştır onların. Gözleri, cihan nakşına örtülmüştür.
- در جمال حال وا مانده دهان ** چشم غایب گشته از نقش جهان
- O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun için de bu gözlere görünmezler.
- آن موالید از زه این چار نیست ** لاجرم منظور این ابصار نیست
- Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler.
- آن موالید از تجلی زادهاند ** لاجرم مستور پردهی سادهاند
- Doğmuşlar dedim ya, hakikatte doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
- زاده گفتیم و حقیقت زاد نیست ** وین عبارت جز پی ارشاد نیست