- Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına delâlet etmekdedir.
- گرچه آتش سخت پنهان میتند ** کف بده انگشت اشارت میکند
- Vuslat sarhoşlarının cüzleri de, bunun gibi hal ve söz timsallerinden gebe kalır. 1810
- همچنین اجزای مستان وصال ** حامل از تمثالهای حال و قال
- Hal güzelliğine karşı ağızları açık kalmıştır onların. Gözleri, cihan nakşına örtülmüştür.
- در جمال حال وا مانده دهان ** چشم غایب گشته از نقش جهان
- O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun için de bu gözlere görünmezler.
- آن موالید از زه این چار نیست ** لاجرم منظور این ابصار نیست
- Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler.
- آن موالید از تجلی زادهاند ** لاجرم مستور پردهی سادهاند
- Doğmuşlar dedim ya, hakikatte doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
- زاده گفتیم و حقیقت زاد نیست ** وین عبارت جز پی ارشاد نیست
- Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma. 1815
- هین خمش کن تا بگوید شاه قل ** بلبلی مفروش با این جنس گل
- Bu gül, coşmuş köpürmüş, söylenip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de kulak kesil!
- این گل گویاست پر جوش و خروش ** بلبلا ترک زبان کن باش گوش
- Her ikisi de, yani hal de, söz de, tertemiz iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki âdil şahittir bunlar.
- هر دو گون تمثال پاکیزهمثال ** شاهد عدلاند بر سر وصال
- Bu iki seçilmiş lâtif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere şahadet ederler.
- هر دو گون حسن لطیف مرتضی ** شاهد احبال و حشر ما مضی
- Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış hikâyelerini söylemesi gibi.
- همچو یخ کاندر تموز مستجد ** هر دم افسانهی زمستان میکند
- Hani buz da, soğuk rüzgârları, zemheriyi, yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya. 1820
- ذکر آن اریاح سرد و زمهریر ** اندر آن ازمان و ایام عسیر
- Kışın meyve ve Allah lûtfunun hikâyelerini anlatır.
- همچو آن میوه که در وقت شتا ** میکند افسانهی لطف خدا
- Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup eksiltmesini söyler.
- قصهی دور تبسمهای شمس ** وآن عروسان چمن را لمس و طمس
- İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
- حال رفت و ماند جزوت یادگار ** یا ازو واپرس یا خود یاد آر
- Gama giriftar oldun mu çeviksen derhal sıçrar, o ümitsizlik deminden kurtulursun.
- چون فرو گیرد غمت گر چستیی ** زان دم نومید کن وا جستیی
- Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği inkâr eden gam, dersin... 1825
- گفتییش ای غصهی منکر به حال ** راتبهی انعامها را زان کمال
- Her dem baharda, neşede değilsin de gül yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya?
- گر بهر دم نت بهار و خرمیست ** همچو چاش گل تنت انبار چیست
- Gül yığını bedenin, düşüncen de gül suyu gibi. Gül suyu, gülü inkâr ediyor ha. Şaşılacak şey bu işte!
- چاش گل تن فکر تو همچون گلاب ** منکر گل شد گلاب اینت عجاب
- Nimetleri inkâr eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır.
- از کپیخویان کفران که دریغ ** بر نبیخویان نثار مهر و میغ
- O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd-ü şükürse Peygamberin yoludur.
- آن لجاج کفر قانون کپیست ** وآن سپاس و شکر منهاج نبیست
- Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi! 1830
- با کپیخویان تهتکها چه کرد ** با نبیرویان تنسکها چه کرد
- Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir.
- در عمارتها سگانند و عقور ** در خرابیهاست گنج عز و نور
- Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?
- گر نبودی این بزوغ اندر خسوف ** گم نکردی راه چندین فیلسوف
- Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
- زیرکان و عاقلان از گمرهی ** دیده بر خرطوم داغ ابلهی
- Kazanmadan rızık dileyen yoksul hikâyesi
- باقی قصهی فقیر روزیطلب بیواسطهی کسب