- Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi! 1830
- با کپیخویان تهتکها چه کرد ** با نبیرویان تنسکها چه کرد
- Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir.
- در عمارتها سگانند و عقور ** در خرابیهاست گنج عز و نور
- Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?
- گر نبودی این بزوغ اندر خسوف ** گم نکردی راه چندین فیلسوف
- Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
- زیرکان و عاقلان از گمرهی ** دیده بر خرطوم داغ ابلهی
- Kazanmadan rızık dileyen yoksul hikâyesi
- باقی قصهی فقیر روزیطلب بیواسطهی کسب
- Çaresiz bir müflis, derde düşmüştü. Hiçbir şeyi yoktu, binlerce zehir yutmuştu.
- آن یکی بیچارهی مفلس ز درد ** که ز بیچیزی هزاران زهر خورد
- Namazlarda, dualarda yalvarmakta, ey Allahm, ey kurdu kuşu koruyan! 1835
- لابه کردی در نماز و در دعا ** کای خداوند و نگهبان رعا
- Sen, beni yorulmadan, çalışıp çabalamadan yarattın. Şu âlemde rızkımı da benim kazancım olmadan ver.
- بی ز جهدی آفریدی مر مرا ** بی فن من روزیم ده زین سرا
- Başımda gizli olan beş inci verdin. Beş duygu daha ihsan ettin ki onlar da gizli.
- پنج گوهر دادیم در درج سر ** پنج حس دیگری هم مستتر
- Bu ihsanların sayıya sığmaz. Ben utanıyorum, anlatmadan âcizim.
- لا یعد این داد و لا یحصی ز تو ** من کلیلم از بیانش شرمرو
- Beni yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.
- چونک در خلاقیم تنها توی ** کار رزاقیم تو کن مستوی
- Yıllarca bu duada bulundu. Nihayet ağlayıp yalvarışı tesir etti. 1840
- سالها زو این دعا بسیار شد ** عاقبت زاری او بر کار شد
- Hani çalışmadan, yorulmadan helâl bir rızk isteyen adam vardı ya, onun gibi.
- همچو آن شخصی که روزی حلال ** از خدا میخواست بیکسب و کلال
- Nihayet Allah adaletine sahip Davut Peygamber zamanında bir öküz, onu kutluluğa ulaştırmıştı.
- گاو آوردش سعادت عاقبت ** عهد داود لدنی معدلت
- Bu adamda yüzünü yerlere sürdü, yalvarıp sızladı, nihayet meydandan icabet topunu çeldi.
- این متیم نیز زاریها نمود ** هم ز میدان اجابت گو ربود
- Bazen duasının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düşüyor, niçin duam kabul edilmiyor diyor,
- گاه بدظن میشدی اندر دعا ** از پی تاخیر پاداش و جزا
- Derken yine Allah’nın lûtuf ve keremi, gönlüne muştuluklar veriyor, duasının kabul edileceğine delil oluyordu. 1845
- باز ارجاء خداوند کریم ** در دلش بشار گشتی و زعیم
- Çalışıp çabalarken yorulup ümitsizliğe düşünce Allah tapısında gel sesini duyuyordu.
- چون شدی نومید در جهد از کلال ** از جناب حق شنیدی که تعال
- Allah alçaltıcıdır, yücelticidir. Bu ikisinden başka hiçbir işi yoktur.
- خافضست و رافعست این کردگار ** بی ازین دو بر نیاید هیچ کار
- Yerin alçalışına bak, göğün yücelişine bak. Kâinatın devranı bu ikisinden hâli değildir.
- خفض ارضی بین و رفع آسمان ** بی ازین دو نیست دورانش ای فلان
- Şu yerin yücelip alçalışı da bir başka çeşittir. Yılın yarısında çorak bir hale gelir, yarısında yeşerir, tazeleşir.
- خفض و رفع این زمین نوعی دگر ** نیم سالی شوره نیمی سبز و تر
- Mihnetle dolu olan zamanın yücelip alçalması, büsbütün başka bir tarzdadır. Yirmi dört saatin yarısı günden olur, yarısı gece. 1850
- خفض و رفع روزگار با کرب ** نوع دیگر نیم روز و نیم شب
- Zıtlarla uzlaşan mizacın yükselmesi, alçalması da şudur: Gâh insan sıhhatli olur, gâh hastalanır, inler.
- خفض و رفع این مزاج ممترج ** گاه صحت گاه رنجوری مضج
- Dünyanın bütün hallerini böyle bil. Kıtlık, bolluk, barış, savaş, hep denemelerden meydana gelir.
- همچنین دان جمله احوال جهان ** قحط و جدب و صلح و جنگ از افتتان
- Şu dünya, havada bu iki kanatla uçar. Canlar da bu ikisi yüzünden korku ve ümit yurtlarında yurt edinirler.
- این جهان با این دو پر اندر هواست ** زین دو جانها موطن خوف و رجاست
- Böylece dünya, şimal rüzgârına benzeyen hayatla ve sam yeli gibi olan ölümle titrer durur.
- تا جهان لرزان بود مانند برگ ** در شمال و در سموم بعث و مرگ