English    Türkçe    فارسی   

6
1916-1940

  • O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!
  • این بگفت و دست خود آن مژده‌ور  ** بر دل او زد که رو زحمت ببر 
  • O genç, dalgınlık âleminden kendine gelince ferahından âdeta dünyaya sığmıyordu.
  • چون به خویش آمد ز غیبت آن جوان  ** می‌نگنجید از فرح اندر جهان 
  • Allah’nın koruması ve lûtfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu.
  • زهره‌ی او بر دریدی از قلق  ** گر نبودی رفق و حفظ و لطف حق 
  • Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu.
  • یک فرح آن کز پس شصد حجاب  ** گوش او بشنید از حضرت جواب 
  • İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti. 1920
  • از حجب چون حس سمعش در گذشت  ** شد سرافراز و ز گردون بر گذشت 
  • Öyle bir an olur ki insanın görüş duygusu, ibret ıssı olur, gaip perdesinden bile geçer.
  • که بود کان حس چشمش ز اعتبار  ** زان حجاب غیب هم یابد گذار 
  • Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar.
  • چون گذاره شد حواسش از حجاب  ** پس پیاپی گرددش دید و خطاب 
  • Adam, kâğıtçı dükkânına geldi. Meşk kâğıtlarına el attı.
  • جانب دکان وراق آمد او  ** دست می‌برد او به مشقش سو به سو 
  • O yazılı kâğıt, çabucak gözüne ilişti, Hâtif’in söylediği âlametlerin hepside o kâğıtta vardı.
  • پیش چشمش آمد آن مکتوب زود  ** با علاماتی که هاتف گفته بود 
  • Kâğıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık, dedi. 1925
  • در بغل زد گفت خواجه خیر باد  ** این زمان وا می‌رسم ای اوستاد 
  • Tenha bir bucağa çekildi, kâğıdı okudu. Âdeta şaşırdı kaldı.
  • رفت کنج خلوتی و آن را بخواند  ** وز تحیر واله و حیران بماند 
  • Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kâğıt, meşk kâğıtlarının arasına nasıl girmişti?
  • که بدین سان گنج‌نامه‌ی بی‌بها  ** چون فتاده ماند اندر مشقها 
  • Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allahdır.
  • باز اندر خاطرش این فکر جست  ** کز پی هر چیز یزدان حافظست 
  • Koruyucu Allah, nasıl olur da birisinin, abes yere bir şey aşırmasına müsaade eder?
  • کی گذارد حافظ اندر اکتناف  ** که کسی چیزی رباید از گزاف 
  • Ova, baştanbaşa altınla, para ile dolu olsa hiç kimse, Allahnın izni olmadıkça bir arpa bile alamaz. 1930
  • گر بیابان پر شود زر و نقود  ** بی رضای حق جوی نتوان ربود 
  • Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
  • ور بخوانی صد صحف بی سکته‌ای  ** بی قدر یادت نماند نکته‌ای 
  • Fakat Allah’ya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
  • ور کنی خدمت نخوانی یک کتاب  ** علمهای نادره یابی ز جیب 
  • Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı; nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.
  • شد ز جیب آن کف موسی ضو فشان  ** کان فزون آمد ز ماه آسمان 
  • Bu heybetli gökyüzünden dilediğin, ey Musa, koynundan baş gösterdi.
  • کانک می‌جستی ز چرخ با نهیب  ** سر بر آوردستت ای موسی ز جیب 
  • Bil ki yüce gökler, insanın anladığı şeylerin aksidir; gökler, o akisten ibarettir. 1935
  • تا بدانی که آسمانهای سمی  ** هست عکس مدرکات آدمی 
  • Yüce ulu Allah’nın eli, iki âlemden de önce aklı yaratmadı mı?
  • نی که اول دست برد آن مجید  ** از دو عالم پیشتر عقل آفرید 
  • Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz.
  • این سخن پیدا و پنهانست بس  ** که نباشد محرم عنقا مگس 
  • Oğul, yine hikâyeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.
  • باز سوی قصه باز آ ای پسر  ** قصه‌ی گنج و فقیر آور به سر 
  • Yoksul ve definenin bulunduğu yer
  • تمامی قصه‌ی آن فقیر و نشان جای آن گنج 
  • Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var.
  • اندر آن رقعه نبشته بود این  ** که برون شهر گنجی دان دفین 
  • İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. 1940
  • آن فلان قبه که در وی مشهدست  ** پشت او در شهر و در در فدفدست