- “Sabır, sıkıntının anahtarıdır” sırrına ermek için gülerek hoşlanarak onun derdini çek.
- تا کشی خندان و خوش بار حرج ** از پی الصبر مفتاح الفرج
- Bu aşağılık kişilerin aşağılığını çekersen sünnetlerin nuruna ulaşırsın.
- چون بسازی با خسی این خسان ** گردی اندر نور سنتها رسان
- Peygamberler aşağılık adamların zahmetlerini çok çektiler. Bu çeşit yılanlardan nice ıstıraplara uğradılar. 2150
- که انبیا رنج خسان بس دیدهاند ** از چنین ماران بسی پیچیدهاند
- Yargılayan Tanrı’ nın muradı, hükmü, ta ezelden tecelli ve zuhur etmekti.
- چون مراد و حکم یزدان غفور ** بود در قدمت تجلی و ظهور
- Zıddı olmadıkça bir şey görünemez. O misli olmayan padişahın zıddı yoktur.
- بی ز ضدی ضد را نتوان نمود ** وان شه بیمثل را ضدی نبود
- “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” âyetindeki hikmet
- حکمت در انی جاعل فی الارض خلیفة
- Bunun için padişahlığına ayna olmak üzere bir gönül sahibini halife edindi.
- پس خلیفه ساخت صاحبسینهای ** تا بود شاهیش را آیینهای
- Ona hadsiz, hesapsız arılığını ihsan etti, ondan sonra karanlıklardan da ona bir zıt verdi.
- بس صفای بیحدودش داد او ** وانگه از ظلمت ضدش بنهاد او
- Ak ve kara iki bayrak dikti. Birisi Âdem’di bunların öbürü yol kesen İblis. 2155
- دو علم بر ساخت اسپید و سیاه ** آن یکی آدم دگر ابلیس راه
- O iki büyük ordu arasında savaşlar oldu, geldi geçti.
- در میان آن دو لشکرگاه زفت ** چالش و پیکار آنچ رفت رفت
- İkinci devre Habil geldi, onun pak nurunun zıddı Kaabil oldu.
- همچنان دور دوم هابیل شد ** ضد نور پاک او قابیل شد
- Adalet ve zulümden ibaret olan bu iki bayrak, böylece devir devir, Nemrud’a kadar geldi dayandı.
- همچنان این دو علم از عدل و جور ** تا به نمرود آمد اندر دور دور
- O, İbrahim’in zıddı ve düşmanı oldu. O iki ordu birbirine kin güttü, savaştı durdu.
- ضد ابراهیم گشت و خصم او ** وآن دو لشکر کینگزار و جنگجو
- Savaşın uzamasından hoşlanmayınca ikisinin arasını ateş ayırdı. 2160
- چون درازی جنگ آمد ناخوشش ** فیصل آن هر دو آمد آتشش
- O iki taifenin müşkülü halledilsin diye ateşi, azabı hakem yaptı.
- پس حکم کرد آتشی را و نکر ** تا شود حل مشکل آن دو نفر
- Devir devir zaman zaman bu iki fırka, Firavunla esirgeyici Musa’nın zamanına kadar
- دور دور و قرن قرن این دو فریق ** تا به فرعون و به موسی شفیق
- Yıllarca savaştı. Aralarındaki savaş bitmedi tükenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanç verince de
- سالها اندر میانشان حرب بود ** چون ز حد رفت و ملولی میفزود
- Tanrı, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi öndülü alacak dedi.
- آب دریا را حکم سازید حق ** تا که ماند کی برد زین دو سبق
- Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu böyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı. 2165
- همچنان تا دور و طور مصطفی ** با ابوجهل آن سپهدار جفا
- Tanrı, Semud kavmi için, bir haykırış hizmetkâr tuttu, onların canlarını alıverdi.
- هم نکر سازید از بهر ثمود ** صیحهای که جانشان را در ربود
- Âd kavmi için tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkârı tuttu, yeli kullandı.
- هم نکر سازید بهر قوم عاد ** زود خیزی تیزرو یعنی که باد
- Kaarun’un halini de bildi, onu defetmek için de yeryüzünü kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu.
- هم نکر سازید بر قارون ز کین ** در حلیمی این زمین پوشید کین
- Yerin halimliği âdeta kahroldu da Kaarun’u da dibine kadar sömürdü, hazinesini de.
- تا حلیمی زمین شد جمله قهر ** برد قارون را و گنجش را به قعر
- Bu bedenin direği lokmadır. Açlık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır. 2170
- لقمهای را که ستون این تنست ** دفع تیغ جوع نان چون جوشنست
- Öyle olduğu halde Tanrı, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni öldürür.
- چونک حق قهری نهد در نان تو ** چون خناق آن نان بگیرد در گلو
- Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Tanrı, zemheri mizacını verir.
- این لباسی که ز سرما شد مجیر ** حق دهد او را مزاج زمهریر