- Onu define arıyor sanma. Define kendisi. Dost, mânada dosttan başka bir şey olabilir mi?
- طالب گنجش مبین خود گنج اوست ** دوست کی باشد به معنی غیر دوست
- Her lâhza o, kendisine secde etmede. Yüzünü görmek için önüne bir ayna koymuş secde ediyor. 2260
- سجده خود را میکند هر لحظه او ** سجده پیش آینهست از بهر رو
- Aynada hakikati bir habbecik görseydi ondan bir hayalden başka bir şey kalmazdı.
- گر بدیدی ز آینه او یک پشیز ** بیخیالی زو نماندی هیچ چیز
- Hayalleri de yok olurdu, kendisi de. Bilgisi, bilgisizlikte mahvolmak olurdu.
- هم خیالاتش هم او فانی شدی ** دانش او محو نادانی شدی
- Bizim bilgisizliğimizden başka bir bilgi, şüphe yok ki benim diye apaçık baş gösterirdi.
- دانشی دیگر ز نادانی ما ** سر برآوردی عیان که انی انا
- Âdem’e secde edin diye ses gelip durmada. Âdem’seniz bir an olsun kendinizi görün!
- اسجدوا لادم ندا آمد همی ** که آدمید و خویش بینیدش دمی
- Bu ses, meleklerin gözünden şaşılığı giderdi de yeryüzü, onlarca lâcivert gökyüzünün aynı oldu. 2265
- احولی از چشم ایشان دور کرد ** تا زمین شد عین چرخ لاژورد
- Tanrı’dan başka tapacak yoktur dedi, tapacak yalnız Tanrı’dır demekle ondan başka varlık yoktur demiş oldu ve birlik açıldı.
- لا اله گفت و الا الله گفت ** گشت لا الا الله و وحدت شکفت
- O dostun, o doğru yolu bulmuş sevgilinin kulağımızı çekmesi zamanı geldi.
- آن حبیب و آن خلیل با رشد ** وقت آن آمد که گوش ما کشد
- Kulağımızı tutup çeşmeye götürerek ağzını burada, bu suyla yıka, halktan gizlediğin şeyleri söyleme demesinin tam vakti.
- سوی چشمه که دهان زینها بشو ** آنچ پوشیدیم از خلقان مگو
- Fakat söylesen de o meydana çıkmaz ki. Yalnız sen açmayı kastetmekle suçlu olursun, o kadar.
- ور بگویی خود نگردد آشکار ** تو به قصد کشف گردی جرمدار
- Fakat ben, onların etrafında dönüp duruyorum işte. Bunu söyleyen de benim dinleyen de. 2270
- لیک من اینک بریشان میتنم ** قایل این سامع این هم منم
- Yoksulun ve definenin suretini söyle. Bunlar, eziyet çekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım!
- صورت درویش و نقش گنج گو ** رنج کیشاند این گروه از رنج گو
- Rahmet çeşmesi, onlara haram oldu. Öldürücü zehri kadeh kadeh içiyorlar.
- چشمهی راحت بریشان شد حرام ** میخورند از زهر قاتل جامجام
- Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar.
- خاکها پر کرده دامن میکشند ** تا کنند این چشمهها را خشکبند
- Denizden yardım gören bu kaynak, şu iyi kötü bir avuç toprağın çalışıp çabalaması ile dolar mı hiç?
- کی شود این چشمهی دریامدد ** مکتنس زین مشت خاک نیک و بد
- Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der… 2275
- لیک گوید با شما من بستهام ** بیشما من تا ابد پیوستهام
- Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Öyleleri vardır ki suyu bırakır, içmez de toprak yer.
- قوم معکوساند اندر مشتها ** خاکخوار و آب را کرده رها
- Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır.
- ضد طبع انبیا دارند خلق ** اژدها را متکا دارند خلق
- Tanrı’nın göze mühür vurmasını, gözü kapatmasını bildin, fakat neden göz yumdun, bunu da bildin mi?
- چشمبند ختم چون دانستهای ** هیچ دانی از چه دیده بستهای
- Gözünü yumdun da onun yerine şu gözlerini neye açtın? Bir bir, bil ki kapadığın gözün yerine gelen kötü gözlerdir onlar.
- بر چه بگشادی بدل این دیدهها ** یک به یک بس البدل دان آن ترا
- Fakat inayet güneşi parlayıp doğmuş, ümidini kesenlere lûtfetmiştir. 2280
- لیک خورشید عنایت تافتهست ** آیسان را از کرم در یافتهست
- Rahmetiyle görülmemiş bir tavla oyununa girişir. Küfrün ta kendisini tövbe haline kor.
- نرد بس نادر ز رحمت باخته ** عین کفران را انابت ساخته
- O cömert Tanrı halkın bu bahtsızlığını görüp iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır.
- هم ازین بدبختی خلق آن جواد ** منفجر کرده دو صد چشمهی وداد
- O, koncaya dikenden sermaye verir, dikenden gonca bitirir. Yılan boynuzu ile yılanı süsler, bezer.
- غنچه را از خار سرمایه دهد ** مهره را از مار پیرایه دهد