- Bu sözün sonu gelmez. Her üç dostta ibadetlerini bitirdikten sonra dostçasına birbirlerine yüz çevirdiler.
- این سخن پایان ندارد هر سه یار ** رو به هم کردند آن دم یاروار
- Biri dedi ki: Her birimiz gördüğü rüyayı anlatsın.
- آن یکی گفتا که هر یک خواب خویش ** آنچ دید او دوش گو آور به پیش
- Kimin rüyası daha güzelse bu helvayı o yesin, üstün olan alt olanın payını alsın.
- هرکه خوابش بهتر این را او خورد ** قسم هر مفضول را افضل برد
- Aklı en üstün olanın yemesi herkesin yemesi demektir.
- آنک اندر عقل بالاتر رود ** خوردن او خوردن جمله بود
- Onun nurlarla dolu olan canı üstün gelmiştir, arda kalanların derdine o deva eder. 2425
- فوق آمد جان پر انوار او ** باقیان را بس بود تیمار او
- Akıllılar, ebediliğe ulaşmışlardır. Şu halde onların vücudu ile bu âlemde mâna bakımından bâkidir.
- عاقلان را چون بقا آمد ابد ** پس به معنی این جهان باقی بود
- Bunu üzerine önce Yahudi gördüğünü söyledi, geceleyin ruhu nerelerde gezdiyse anlattı.
- پس جهود آورد آنچ دیده بود ** تا کجا شب روح او گردیده بود
- Dedi ki: Yolda önüme Musa çıktı. Öyledir, kedi rüyasında yağlı kuyruk görür.
- گفت در ره موسیام آمد به پیش ** گربه بیند دنبه اندر خواب خویش
- Musa’nın ardında Tur dağına gittim. Ben de Musa’da Tur dağı da nura gark olduk, görünmez bir hale geldik.
- در پی موسی شدم تا کوه طور ** هر سهمان گشتیم ناپیدا ز نور
- O güneşin nuru ile üç gölge de mahvoldu. Ondan sonra o nurdan bir kapı açıldı. 2430
- هر سه سایه محو شد زان آفتاب ** بعد از آن زان نور شد یک فتح باب
- O nurun içinden bir başka nur göründü. O ikinci nur, çabucak yüceldi.
- نور دیگر از دل آن نور رست ** پس ترقی جست آن ثانیش چست
- Ben de, Musa’da, Tur dağı da... Üçümüzde o nurun doğmasıyla kaybolduk.
- هم من و هم موسی و هم کوه طور ** هر سه گم گشتیم زان اشراق نور
- Ondan sonra gördüm, Tanrı nuru, ona üfürünce dağ üçe ayrıldı.
- بعد از آن دیدم که که سه شاخ شد ** چونک نور حق درو نفاخ شد
- Heybet sıfatı ona tecelli edince parçalar, birbirinden ayrıldı, her bir parçası bir tarafa gitti.
- وصف هیبت چون تجلی زد برو ** میسکست از هم همیشد سو به سو
- Bir parçası denize doğru gitti. Zehir gibi acı olan deniz suyu, bu yüzden tatlılaştı. 2435
- آن یکی شاخ که آمد سوی یم ** گشت شیرین آب تلخ همچو سم
- İkinci parçası yere geçti, yerden tatlı sular, deva çeşmeleri kaynadı.
- آن یکی شاخش فرو شد در زمین ** چشمهی دارو برون آمد معین
- Tertemiz vahyin kutluluğundan o sular, bütün hastalara şifa kesildi.
- که شفای جمله رنجوران شد آب ** از همایونی وحی مستطاب
- Öbür parçası da derhal uçup da Kâbe’nin yanına gitti, Arafat dağı oldu.
- آن یکی شاخ دگر پرید زود ** تا جوار کعبه که عرفات بود
- Sonra tekrar o sesten kendime geldim, bir de gördüm ki Tur yerindeydi, ne eksiği vardı, ne fazlalığı.
- باز از آن صعقه چو با خود آمدم ** طور بر جا بد نه افزون و نه کم
- Fakat Musa’nın ayağı altında buz gibi eriyordu. Ne çukuru kaldı ne tepesi. 2440
- لیک زیر پای موسی همچو یخ ** میگدازید او نماندش شاخ و شخ
- Heybetten yerle bir oldu, tepesi de o heybetle eteğiyle birleşti.
- با زمین هموار شد که از نهیب ** گشت بالایش از آن هیبت نشیب
- Derken yine kendime geldim, gördüm ki Tur’la Musa, eskisi gidi durmakta.
- باز با خود آمدم زان انتشار ** باز دیدم طور و موسی برقرار
- Yalnız dağın eteğindeki çölde yüzleri Musa’ya benzeyen bir alay halk var.
- وآن بیابان سر به سر در ذیل کوه ** پر خلایق شکل موسی در وجوه
- Onun gibi onların ellerinde de birer asâ var, hırkası, tıpkı onların hırkasına benziyor. Hepside eteğini çemremiş kendi turuna gitmekte.
- چون عصا و خرقهی او خرقهشان ** جمله سوی طور خوش دامن کشان
- Hepsi ellerini duaya kaldırmış, “Rabbim bana görün” demeye koyulmuş. 2445
- جمله کفها در دعا افراخته ** نغمهی ارنی به هم در ساخته