English    Türkçe    فارسی   

6
250-274

  • Bilgi ve edep belletmiş, gönlünde hüner ışığını yakmıştı. 250
  • علم و آدابش تمام آموخته  ** در دلش شمع هنر افروخته 
  • Çocukluğundan beri nazla yetiştirilmiş, o iyilikçi adam, onu lütuf kucağında büyütmüştü.
  • پروریدش از طفولیت به ناز  ** در کنار لطف آن اکرام‌ساز 
  • Bu zengin adamında güzel, gümüş bedenli, yaradılışı ahlâkı hoş bir kızı vardı.
  • بود هم این خواجه را خوش دختری  ** سیم‌اندامی گشی خوش‌گوهری 
  • Kız, evlenme çağına girince kızı isteyenler, ona ağır nikâh parası vermeye başladılar.
  • چون مراهق گشت دختر طالبان  ** بذل می‌کردند کابین گران 
  • Her ulu adamdan kız istemeye bir görücü geliyordu.
  • می‌رسیدش از سوی هر مهتری  ** بهر دختر دم به دم خوزه‌گری 
  • Adam, malın sebatı yoktur, gece gelir, gündüz dağılıverir. 255
  • گفت خواجه مال را نبود ثبات  ** روز آید شب رود اندر جهات 
  • Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir.
  • حسن صورت هم ندارد اعتبار  ** که شود رخ زرد از یک زخم خار 
  • Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler mala mülke gururlanır.
  • سهل باشد نیز مهترزادگی  ** که بود غره به مال و بارگی 
  • Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir âr olur.
  • ای بسا مهتربچه کز شور و شر  ** شد ز فعل زشت خود ننگ پدر 
  • Hünerli, bilgili kişi iyidir ama İblisten ibret al, ona da az tap.
  • پر هنر را نیز اگر باشد نفیس  ** کم پرست و عبرتی گیر از بلیس 
  • Onun da bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü. 260
  • علم بودش چون نبودش عشق دین  ** او ندید از آدم الا نقش طین 
  • Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözün açılmaz ki!
  • گرچه دانی دقت علم ای امین  ** زانت نگشاید دو دیده‌ی غیب‌بین 
  • Can gözü açık olmayan, sakaldan, sarıktan başka bir şey görmez, adamın ileri, yahut geri oluşunu, onu tarif edenden sorup öğrenir.
  • او نبیند غیر دستاری و ریش  ** از معرف پرسد از بیش و کمیش 
  • Ey ârif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl, parıl parlamakta olan bir nursun.
  • عارفا تو از معرف فارغی  ** خود همی‌بینی که نور بازغی 
  • Senin takvan, dinin var, iyi işler işlersin, öyle ki âlem onlarla düzelir, kurtuluşa erer.
  • کار تقوی دارد و دین و صلاح  ** که ازو باشد بدو عالم فلاح 
  • Kendisine öyle temiz ve iyi bir damat seçti ki bütün halkın övündüğü kişiydi o. 265
  • کرد یک داماد صالح اختیار  ** که بد او فخر همه خیل و تبار 
  • Kadınlar onun malı yok, mülkü yok, ululuğu yok, güzel değil, başına buyruk değil dediler.
  • پس زنان گفتند او را مال نیست  ** مهتری و حسن و استقلال نیست 
  • Adam dedi ki: Onlar dine, zâhitliğe uymuş adamlar. O da yeryüzünde altını olmayan bir define.
  • گفت آنها تابع زهدند و دین  ** بی‌زر او گنجیست بر روی زمین 
  • Hâsılı armağanlar sunuldu, nişan yapıldı, kumaşlar gönderildi, kızın verileceği ortalığa yayıldı.
  • چون به جد تزویج دختر گشت فاش  ** دست پیمان و نشانی و قماش 
  • Evde küçük bir köle vardı. Bu sıralarda hastalandı, yanıp yakılmaya, eriyip solmaya başladı.
  • پس غلام خرد که اندر خانه بود  ** گشت بیمار و ضعیف و زار زود 
  • Hummaya tutulmuş bir hasta gibi eriyordu. Hekim, hastalığını anlayamadı. 270
  • هم‌چو بیمار دقی او می‌گداخت  ** علت او را طبیبی کم شناخت 
  • Akıl diyordu ki: Onun illeti, gönül illeti. Beden ilâcı gönlüne tesir etmez ki.
  • عقل می‌گفتی که رنجش از دلست  ** داروی تن در غم دل باطلست 
  • Bu sevda yüzünden köleciğin gönlü yaralıydı ama derdini kimseciklere söyleyemiyordu.
  • آن غلامک دم نزد از حال خویش  ** کز چه می‌آید برو در سینه نیش 
  • Bir gece zengin adam karısına dedi ki: Kimseye duyurmadan, gizlice onun halini sor soruştur bakalım.
  • گفت خاتون را شبی شوهر که تو  ** باز پرسش در خلا از حال او 
  • Sen onun anası sayılırsın. Derdini sana açar elbette.
  • تو به جای مادری او را بود  ** که غم خود پیش تو پیدا کند