- Her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.
- نفع و ضر هر یکی از موضعست ** علم ازین رو واجبست و نافعست
- Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da. 2600
- ای بسا زجری که بر مسکین رود ** در ثواب از نان و حلوا به بود
- Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur.
- زانک حلوا بیاوان صفرا کند ** سیلیش از خبث مستنقا کند
- Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun.
- سیلیی در وقت بر مسکین بزن ** که رهاند آنش از گردن زدن
- Vurmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür.
- زخم در معنی فتد از خوی بد ** چوب بر گرد اوفتد نه بر نمد
- Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lâzım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
- بزم و زندن هست هر بهرام را ** بزم مخلص را و زندان خام را
- Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun. 2605
- شق باید ریش را مرهم کنی ** چرک را در ریش مستحکم کنی
- Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur.
- تا خورد مر گوشت را در زیر آن ** نیم سودی باشد و پنجه زیان
- Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum.
- گفت دلقک من نمیگویم گذار ** من همیگویم تحریی بیار
- Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün.
- هین ره صبر و تانی در مبند ** صبر کن اندیشه میکن روز چند
- Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
- در تانی بر یقینی بر زنی ** گوشمال من بایقانی کنی
- Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden? 2610
- در روش یمشی مکبا خود چرا ** چون همیشاید شدن در استوا
- İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil!
- مشورت کن با گروه صالحان ** بر پیمبر امر شاورهم بدان
- İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
- امرهم شوری برای این بود ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود
- Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
- این خردها چون مصابیح انورست ** بیست مصباح از یک روشنترست
- Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
- بوک مصباحی فتد اندر میان ** مشتعل گشته ز نور آسمان
- Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik âlemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır. 2615
- غیرت حق پردهای انگیختست ** سفلی و علوی به هم آمیختست
- “Yürüyün âlemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur.
- گفت سیروا میطلب اندر جهان ** بخت و روزی را همیکن امتحان
- Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
- در مجالس میطلب اندر عقول ** آن چنان عقلی که بود اندر رسول
- Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
- زانک میراث از رسول آنست و بس ** که ببیند غیبها از پیش و پس
- Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
- در بصرها میطلب هم آن بصر ** که نتابد شرح آن این مختصر
- İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir. 2620
- بهر این کردست منع آن با شکوه ** از ترهب وز شدن خلوت به کوه
- İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
- تا نگردد فوت این نوع التقا ** کان نظر بختست و اکسیر بقا
- Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
- در میان صالحان یک اصلحیست ** بر سر توقیعش از سلطان صحیست
- Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
- کان دعا شد با اجابت مقترن ** کفو او نبود کبار انس و جن