English    Türkçe    فارسی   

6
2617-2641

  • Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
  • Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
  • Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
  • İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir. 2620
  • İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
  • Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
  • Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
  • Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrı’ya karşı hiçbir delili yoktur.
  • Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık. 2625
  • Tanrı, kıbleyi ortaya apaçık bir surette çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir.
  • Kendine gel, araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve konaklayacağın mekân, meydanda işte.
  • Bu kıbleden bir an gafil oldun mu her batıl kıblenin maskarası oldun gitti.
  • Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
  • Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma. 2630
  • Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
  • Farenin kurbağayla arkadaş olması, ayaklarını uzun bir iple bağlamaları, karganın fareyi yakalaması kurbağanın da ona bağlı olarak havalanması, feryat ve figana başlaması, kendi cinsinden olmayan bir hayvanla dost olduğuna pişman olması
  • Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
  • Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
  • Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
  • Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu. 2635
  • Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
  • O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
  • Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
  • Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
  • Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı. 2640
  • Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.