English    Türkçe    فارسی   

6
2692-2716

  • Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
  • Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
  • Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
  • Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır. 2695
  • Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
  • Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
  • Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
  • Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?
  • Bir düşün, Tanrı da ibadet güllerine karşılık ne vefada bulunur, ne mükâfatlar verir, ne ihsanlar eder. 2700
  • Kötülüklere böyle elbiseler verirse temizlere neler bağışlar?
  • Tanrı onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lûgata sığmaz lûtuflar eder.
  • Biz kimiz ki bu derece lûtfu hak edelim? Gel sevgili, güzel huyunla benim günümü de aydınlat.
  • Çirkinliğime, kötülüğüme bakma. Dağdaki yılan gibi zehirlerle doluyum ben.
  • Ben çirkinim, huylarım da tamamı ile çirkin. Beni diken olarak dikti, artık ben nasıl gül olabilirim? 2705
  • Dikene güldeki güzelliğin ilk baharını ver. Bu yılana tavus güzelliğini sen ihsan et.
  • Çirkinliğin son derecesine varmışım ben. Fakat senin lûtfun da ihsan etmede son derecededir.
  • Bu kötülüğün çirkinliğin son derecesine varmış olan kulun hacetini, son derecede olan lûtfunla reva et ey usul boylu selvilerin bile haset ettikleri güzel!
  • Ben ölürsem yine senin lûtfun, bana gözyaşı döker, kerem sahibisin, buna ihtiyacın yoktur ama yine sen ağlarsın bana.
  • Mezarımın başında çok oturursun. O güzel gözlerinden çok yaşlar akar. 2710
  • Mahrumiyetime ağlar, mazlumluğuma gözlerini yumup yaş dökersin sen.
  • İyisi mi o lûtufların birazcığını şimdi yap. O sözleri, şimdi benim kulağıma küpe et.
  • Toprağıma söyleyeceğin sözleri şu gamla kulağıma saç, şimdi söyle bana.
  • Farenin “ Bahaneler icadetme. İşi yarına bırakıp savsaklama. Bu hacetimi hemen yerine getir. İleriye atmada âfetler, tehlikeler vardır. Sofi, vakit oğludur. Oğul, babasının eteğinden el çekmez. Sofinin esirgeyici babası olan vakit de onu, yarına bakmaya muhtaç etmez, sağıncılık halka benzemez. O, gelecek zamanı beklemez. Nehre mensuptur, daima oluş halindedir, dehre mensup değildir, zamana mukayyet olmaz. Çünkü “ Tanrı yanında ne sabah vardır, ne akşam.” Geçmiş, gelecek, ezel ve ebed, orada yoktur. Geçmiş Âdem’le gelecek Deccâl oraya sığmaz. Bunlar, aklı cüzi’nin ve hayvanî ruhun sahasındaki şeylerdir. Mekânsızlık ve zamansızlık âleminde bunlar yoktur. Şu halde Tanrı birdir dendi mi, nasıl bir olan hakikatın değil, ikiliğin olmadığı anlaşılırsa sofi, vakit oğludur sözünden de geçmişin, içinde bulunduğumuz zamanın ve gelecek zamanın, ezel ve ebedin yokluğu anlaşılır” diyerek kurbağaya yalvarması.
  • Gümüş paralar veren bir ihsan sahibi, sofinin birine dedi ki: Ey ayaklarının altına canımı döşediğim zat.
  • Ey padişahım! Bugün sana bir kuruş mu vereyim, yoksa yarın kuşluk çağında üç kuruş mu? Hangisini istersin? 2715
  • Sofi dedi ki: Bugünkü de vaat, yarınki de. Dün yarım kuruş verseydin bugün elimde olsaydı. Buna, bugünkü vereceğin bir kuruştan da daha ziyade sevinirdim, yarın vereceğin yüz kuruştan da.