English    Türkçe    فارسی   

6
272-296

  • Bu sevda yüzünden köleciğin gönlü yaralıydı ama derdini kimseciklere söyleyemiyordu.
  • آن غلامک دم نزد از حال خویش  ** کز چه می‌آید برو در سینه نیش 
  • Bir gece zengin adam karısına dedi ki: Kimseye duyurmadan, gizlice onun halini sor soruştur bakalım.
  • گفت خاتون را شبی شوهر که تو  ** باز پرسش در خلا از حال او 
  • Sen onun anası sayılırsın. Derdini sana açar elbette.
  • تو به جای مادری او را بود  ** که غم خود پیش تو پیدا کند 
  • Kadın, bu sözü kulağına koyunca ertesi gün kölenin yanına gitti. 275
  • چونک خاتون در گوش این کلام  ** روز دیگر رفت نزدیک غلام 
  • Yüzlerce nazla, muhabbetle başını karıştırmaya, saçlarını taramaya başladı.
  • پس سرش را شانه می‌کرد آن ستی  ** با دو صد مهر و دلال و آشتی 
  • Şefkatli analar gibi onu yumuşattı, nihayet söyletmeye muvaffak oldu.
  • آنچنان که مادران مهربان  ** نرم کردش تا در آمد در بیان 
  • Köle dedi ki: Senden bunu mu umardım ben? Kızını inatçı bir yabancıya veresin.
  • که مرا اومید از تو این نبود  ** که دهی دختر به بیگانه‌ی عنود 
  • Bizim efendimizin kızı olsun, biz de ona âşık olalım da o başkasına varsın? Yazık değil mi?
  • خواجه‌زاده‌ی ما و ما خسته‌جگر  ** حیف نبود که رود جای دگر 
  • Kadın bu söze öyle kızdı ki onu dövüp damdan aşağıya atmak istedi. 280
  • خواست آن خاتون ز خشمی که آمدش  ** که زند وز بام زیر اندازدش 
  • O kim oluyor diyordu, bir kahpenin Hintli bir oğlu. Nasıl oluyor da bir efendinin kızına tamah ediyor?
  • کو که باشد هندوی مادرغری  ** که طمع دارد به خواجه دختری 
  • Fakat bunları içinden söylemekle beraber sabretmek daha doğru deyip kendini tuttu. Kocasına, dinle şu şaşılacak şeyi dedi..
  • گفت صبر اولی بود خود را گرفت  ** گفت با خواجه که بشنو این شگفت 
  • Biz, onu güvenilir bir adam sanıyorduk, umarmıydık böyle bir çalıkuşunun hain çıkacağını?
  • این چنین گراء کی خاین بود  ** ما گمان برده که هست او معتمد 
  • Efendinin, karısına “Sabret,köleyi tekdir etme. Ben onu bu tamahtan öyle bir geçiririm ki ne şiş yanar,ne kebap” demesi.
  • صبر فرمودن خواجه مادر دختر را کی غلام را زجر مکن من او را بی‌زجر ازین طمع باز آرم کی نه سیخ سوزد نه کباب خام ماند 
  • Efendi dedi ki: “Sabret. Ona de ki: Kızı ona vermez sana veririz.
  • گفت خواجه صبر کن با او بگو  ** که ازو ببریم و بدهیمش به تو 
  • Bu suretle belki gönlünden o sevdayı çıkarırız. Sen hele bir hoşça bak, ben nasıl onu bu işten vazgeçiririm? 285
  • تا مگر این از دلش بیرون کنم  ** تو تماشا کن که دفعش چون کنم 
  • Sen gönlünü hoş tut,bunu iyice bil ki kızımız, hakikaten de senin eşindir.
  • تو دلش خوش کن بگو می‌دان درست  ** که حقیقت دختر ما جفت تست 
  • A güzel müşteri, evvelce bunu bilmiyorduk, mademki bildik, elbette kızımıza daha lâyıksın sen.
  • ما ندانستیم ای خوش مشتری  ** چونک دانستیم تو اولیتری 
  • Ateşimiz, kendi mangalımızda; Leylâ, bizim Leylâ’mız, Mecnunumuz da sen, de
  • آتش ما هم درین کانون ما  ** لیلی آن ما و تو مجنون ما 
  • İyice bir hayale, bir düşünceye düşsün. İyi düşünce insanı semirtir.
  • تا خیال و فکر خوش بر وی زند  ** فکر شیرین مرد را فربه کند 
  • Hayvan,otla semirir,insan da yücelikle,şerefle gelişir. 290
  • جانور فربه شود لیک از علف  ** آدمی فربه ز عزست و شرف 
  • İnsan kulağından gelişir, duya duya canlanır. Hayvansa boğazından, yemesinden, içmesinden gelişir.
  • آدمی فربه شود از راه گوش  ** جانور فربه شود از حلق و نوش 
  • Kadın, “Böyle bir arlanılacak sözü, ağzım nasıl varır da söyler?
  • گفت آن خاتون ازین ننگ مهین  ** خود دهانم کی بجنبد اندرین 
  • Onun için böyle abes bir sözü nasıl geveleyebilirim? Gebersin o şeytan huylu hain” dedi.
  • این چنین ژاژی چه خایم بهر او  ** گو بمیر آن خاین ابلیس‌خو 
  • Adam, hayır dedi, korkma. Sen böyle söyle de onun hastalığı geçsin, bu lütuf yüzünden iyileşsin.
  • گفت خواجه نی مترس و دم دهش  ** تا رود علت ازو زین لطف خوش 
  • Ondan sonra sevgilim onun derdini gidermeyi bana bırak sen. Yalnız o ince eleyip sık dokuyan bir kere iyileşsin. 295
  • دفع او را دلبرا بر من نویس  ** هل که صحت یابد آن باریک‌ریس 
  • Kadın, o hasta köleye böyle söyleyince öyle ferahladı, öyle kabardı o köle ki âdeta yeryüzüne sığamaz oldu.
  • چون بگفت آن خسته را خاتون چنین  ** می‌نگنجید از تبختر بر زمین