- Can kurbağası, kendinden geçme suyuna hoş bir surette dalmışken, beden faresinden güzelce kurtulmuşken.
- چغز جان در آب خواب بیهشی ** رسته از موش تن آید در خوشی
- Beden faresi o iple yine onu çeker. Can, bu çekişten ne acılar tadar!
- موش تن زان ریسمان بازش کشد ** چند تلخی زین کشش جان میچشد
- Beyni kokmuş farenin çekişi olmasaydı kurbağa, suyun içinde rahatça yaşardı.
- گر نبودی جذب موش گندهمغز ** عیشها کردی درون آب چغز
- Bunun ötesini, gündüz olup da ecel uykusundan uyanınca güneşe nurlar bağışlayandan duyarsın.
- باقیش چون روز برخیزی ز خواب ** بشنوی از نوربخش آفتاب
- İpliğin bir ucunu benim ayağıma bağla, öbür ucunu kendi ayağına düğümle 2740
- یک سر رشته گره بر پای من ** زان سر دیگر تو پا بر عقده زن
- De bu kupkuru yerde iktiza edince ipi çekebileyim, sen de bu vesileyle benim derdimi anlayasın dedi.
- تا توانم من درین خشکی کشید ** مر ترا نک شد سر رشته پدید
- Bu söz kurbağanın gönlüne acı geldi. Bu pis beni bağlıyor galiba dedi.
- تلخ آمد بر دل چغز این حدیث ** که مرا در عقده آرد این خبیث
- İyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu boş değildir, bir aslı vardır bunun.
- هر کراهت در دل مرد بهی ** چون در آید از فنی نبود تهی
- O anlayışı vehim sayma, Tanrı anlayışı bil. Gönüldeki nur, onu külli levihten okumuş, anlamıştır.
- وصف حق دان آن فراست را نه وهم ** نور دل از لوح کل کردست فهم
- Biliyorsun ya, filcinin o kadar çalışmasına, korkunç bir surette bağırıp çağırmasına rağmen fil, Tanrı evine gitmemişti. 2745
- امتناع پیل از سیران ببیت ** با جد آن پیلبان و بانگ هیت
- Ayağı, o kadar köteğe rağmen az çok, Kâbe tarafına gitmiyordu vesselam.
- جانب کعبه نرفتی پای پیل ** با همه لت نه کثیر و نه قلیل
- Sanki ayakları kurumuştu, yahut da o saldıran canı, bedeninden çıkmıştı dersin.
- گفتیی خود خشک شد پاهای او ** یا بمرد آن جان صولافزای او
- Fakat başını Yemen tarafına döndürdüler mi o erkek fil yüz at süratinde koşmaktaydı.
- چونک کردندی سرش سوی یمن ** پیل نر صد اسپه گشتی گامزن
- Filin duygusu, gayb zahmını anlamıştı. Bu böyle olunca artık kendisine Tanrı’dan ilham gelen velinin duygusu nasıl olur?
- حس پیل از زخم غیب آگاه بود ** چون بود حس ولی با ورود
- O güzel huylu Yakup peygamber de, kardeşleri, Yusuf için 2750
- نه که یعقوب نبی آن پاکخو ** بهر یوسف با همه اخوان او
- Babalarından izin alıp onu birazcık sahraya gezmeye götürmek istedikleri zaman bir şeyler sezinlemişti.
- از پدر چون خواستندش دادران ** تا برندش سوی صحرا یک زمان
- Hepsi de ona, Yusuf’a bir zarar gelir diye düşünme. Bir iki günceğiz müsaade et baba.
- جمله گفتندش میندیش از ضرر ** یک دو روزش مهلتی ده ای پدر
- که چرا ما را نمی داری امین ** یوسف خود را به سیران و ظعین
- Yeşilliklerde beraber gezip tozalım. Biz, onu çağırıyoruz ama emniyet ve ihsan sahibi kişileriz dediler.
- تا به هم در مرجها بازی کنیم ** ما درین دعوت امین و محسنیم
- Yakup, şu kadar biliyorum ki onu benim yanımdan alıp götürmenizden gönlümde bir dert, bir elem peydahlanıyor. 2755
- گفت این دانم که نقلش از برم ** میفروزد در دلم درد و سقم
- Gönlüm, asla yalan söylemez. Çünkü o arş nurundan nurlanmıştır dedi.
- این دلم هرگز نمیگوید دروغ ** که ز نور عرش دارد دل فروغ
- Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna katî bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkan yoktu.
- آن دلیل قاطعی بد بر فساد ** وز قضا آن را نکرد او اعتداد
- Kaza ve kader hükmünü işleyecekti. Onun için Yakup da bu kadar nişaneler gördüğü halde yine de Yusuf’u gönderdi.
- در گذشت از وی نشانی آنچنان ** که قضا در فلسفه بود آن زمان
- Körün, kuyuya düşmesine şaşılmaz, fakat yolu gören de düşer, buna şaşılır işte.
- این عجب نبود که کور افتد به چاه ** بوالعجب افتادن بینای راه
- Bu kaza ve kaderin çeşit çeşit işleri vardır. Adamın gözünü, Tanrı nasıl dilerse öyle bağlar. 2760
- این قضا را گونه گون تصریفهاست ** چشمبندش یفعلالله ما یشاست