English    Türkçe    فارسی   

6
2825-2849

  • Başka biri dedi ki: Benim marifetim burnumda. İşim, toprakları koklamaktır. 2825
  • گفت یک خاصیتم در بینی است  ** کار من در خاکها بوبینی است 
  • “İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim. Peygamber, onu ne için söylemişti.
  • سرالناس معادن داد دست  ** که رسول آن را پی چه گفته است 
  • Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne madeni gizli anlarım.
  • من ز خاک تن بدانم کاندر آن  ** چند نقدست و چه دارد او ز کان 
  • Bir yerde sayısız altın gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden fazla meselâ, derhal bilirim.
  • در یکی کان زر بی‌اندازه درج  ** وان دگر دخلش بود کمتر ز خرج 
  • Mecnun gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın Leylâ’nın bulunduğu toprağı bulurum.
  • هم‌چو مجنون بو کنم من خاک را  ** خاک لیلی را بیابم بی‌خطا 
  • Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var, şeytan mı anlarım. 2830
  • بو کنم دانم ز هر پیراهنی  ** گر بود یوسف و گر آهرمنی 
  • Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum, o nasibe erişmiştir işte.
  • هم‌چو احمد که برد بو از یمن  ** زان نصیبی یافت این بینی من 
  • Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan ibaret. Beş para etmez? Bu, bana malûm olur.
  • که کدامین خاک همسایه‌ی زرست  ** یا کدامین خاک صفر و ابترست 
  • Bir başkası da benim hünerim de dedi, elimdedir. Dağ tepesine kadar kement atarım.
  • گفت یک نک خاصیت در پنجه‌ام  ** که کمندی افکنم طول علم 
  • Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı, kemendi ta göğe ulaştı.
  • هم‌چو احمد که کمند انداخت جانش  ** تا کمندش برد سوی آسمانش 
  • Tanrı dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mâmur’a kement atan, atışı benden bil. “Attığın vakit sen atmadın ben attım” 2835
  • گفت حقش ای کمندانداز بیت  ** آن ز من دان ما رمیت اذ رمیت 
  • Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de söyle. Senin ne hünerin ne marifetin var?
  • پس بپرسیدند زان شه کای سند  ** مر ترا خاصیت اندر چه بود 
  • Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır. Onunla suçluları cezadan eziyetten kurtarırım.
  • گفت در ریشم بود خاصیتم  ** که رهانم مجرمان را از نقم 
  • Suçluları cellâtlara verdiler mi, sakalım oynayınca onlar kurtuluverirler.
  • مجرمان را چون به جلادان دهند  ** چون بجنبد ریش من زیشان رهند 
  • Acıyıp sakalımı oynattım mı öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de, elemden de.
  • چون بجنبانم به رحمت ریش را  ** طی کنند آن قتل و آن تشویش را 
  • Hırsızlar, bu sözü duyunca kutbumuz sensin dediler; minnet gününde kurtuluşumuz senden olacak. 2840
  • قوم گفتندش که قطب ما توی  ** که خلاص روز محنتمان شوی 
  • بعد از آن جمله به هم بیرون شدند ** سوی قصرآن شه میمون شدند
  • Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber.
  • چون سگی بانگی بزد از سوی راست  ** گفت می‌گوید که سلطان با شماست 
  • Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı.
  • خاک بو کرد آن دگر از ربوه‌ای  ** گفت این هست از وثاق بیوه‌ای 
  • Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar.
  • پس کمند انداخت استاد کمند  ** تا شدند آن سوی دیوار بلند 
  • Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. 2845
  • جای دیگر خاک را چون بوی کرد  ** گفت خاک مخزن شاهیست فرد 
  • Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı.
  • نقب‌زن زد نقب در مخزن رسید  ** هر یکی از مخزن اسبابی کشید 
  • Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
  • بس زر و زربفت و گوهرهای زفت  ** قوم بردند و نهان کردند تفت 
  • Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
  • شه معین دید منزل‌گاهشان  ** حلیه و نام و پناه و راهشان 
  • Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
  • خویش را دزدید ازیشان بازگشت  ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت