- بعد از آن جمله به هم بیرون شدند ** سوی قصرآن شه میمون شدند
- Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber.
- چون سگی بانگی بزد از سوی راست ** گفت میگوید که سلطان با شماست
- Kokudan anlayan bir yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı.
- خاک بو کرد آن دگر از ربوهای ** گفت این هست از وثاق بیوهای
- Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar.
- پس کمند انداخت استاد کمند ** تا شدند آن سوی دیوار بلند
- Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. 2845
- جای دیگر خاک را چون بوی کرد ** گفت خاک مخزن شاهیست فرد
- Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı.
- نقبزن زد نقب در مخزن رسید ** هر یکی از مخزن اسبابی کشید
- Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
- بس زر و زربفت و گوهرهای زفت ** قوم بردند و نهان کردند تفت
- Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
- شه معین دید منزلگاهشان ** حلیه و نام و پناه و راهشان
- Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
- خویش را دزدید ازیشان بازگشت ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت
- Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar. 2850
- پس روان گشتند سرهنگان مست ** تا که دزدان را گرفتند و ببست
- Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
- دستبسته سوی دیوان آمدند ** وز نهیب جان خود لرزان شدند
- Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
- چونک استادند پیش تخت شاه ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه
- Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
- آنک چشمش شب بهرکه انداختی ** روز دیدی بی شکش بشناختی
- Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
- شاه را بر تخت دید و گفت این ** بود با ما دوش شبگرد و قرین
- Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu. 2855
- آنک چندین خاصیت در ریش اوست ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست
- Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
- عارف شه بود چشمش لاجرم ** بر گشاد از معرفت لب با حشم
- Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
- گفت و هو معکم این شاه بود ** فعل ما میدید و سرمان میشنود
- Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
- چشم من ره برد شب شه را شناخت ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت
- Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
- امت خود را بخواهم من ازو ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو
- Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. 2860
- چشم عارف دان امان هر دو کون ** که بدو یابید هر بهرام عون
- “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
- زان محمد شافع هر داغ بود ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود
- Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
- در شب دنیا که محجوبست شید ** ناظر حق بود و زو بودش امید
- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
- از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
- مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular. 2865
- نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود