- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
- از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
- مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular. 2865
- نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود
- Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
- در نظر بودش مقامات العباد ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد
- Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
- آلت شاهد زبان و چشم تیز ** که ز شبخیزش ندارد سر گریز
- Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
- گر هزاران مدعی سر بر زند ** گوش قاضی جانب شاهد کند
- Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
- قاضیان را در حکومت این فنست ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست
- Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür. 2870
- گفت شاهد زان به جای دیده است ** کو بدیدهی بیغرض سر دیده است
- Dâvacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözüne perdedir.
- مدعی دیدهست اما با غرض ** پرده باشد دیدهی دل را غرض
- Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.
- حق همیخواهد که تو زاهد شوی ** تا غرض بگذاری و شاهد شوی
- Bu garezler göze perdedir. Göze perde indi mi insan,
- کین غرضها پردهی دیده بود ** بر نظر چون پرده پیچیده بود
- yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.”
- پس نبیند جمله را با طم و رم ** حبک الاشیاء یعمی و یصم
- Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti kalmaz artık. 2875
- در دلش خورشید چون نوری نشاند ** پیشش اختر را مقادیری نماند
- Sırları perdesiz olarak görür. Müminle kâfirlerin ruhlarının ne makamlarda bulunduğunu seyreder.
- پس بدید او بیحجاب اسرار را ** سیر روح مومن و کفار را
- Tanrı’nın, yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan daha gizli bir şeyi yoktur.
- در زمین حق را و در چرخ سمی ** نیست پنهانتر ز روح آدمی
- Hak, kuru, yaş; her şeyi bildirdi de ruhu “O benim işimdendir” diye mühürledi, gizledi.
- باز کرد از رطب و یابس حق نورد ** روح را من امر ربی مهر کرد
- Yüce kişinin gözü, ruhu gördü mü artık ona hiçbir gizli şey kalmaz.
- پس چو دید آن روح را چشم عزیز ** پس برو پنهان نماند هیچ چیز
- O, her kavgada, şahadeti makbul bir şahit olur. Sözü, her baş ağrısını keser, sersemliğini giderir. 2880
- شاهد مطلق بود در هر نزاع ** بشکند گفتش خمار هر صداع
- Tanrı’nın adı “adalet sahibi” dir, şahit de onun adamıdır. Onun için sevgilinin gözü adalet sahibi bir şahittir.
- نام حق عدلست و شاهد آن اوست ** شاهد عدلست زین رو چشم دوست
- İki âlemde de Tanrı’nın baktığı yer, gönüldür. Padişah daima gönle bakar.
- منظر حق دل بود در دو سرا ** که نظر در شاهد آید شاه را
- Tanrı’nın aşkı, onu şahidi “güzeli” sevmesi, bütün bu perdeleri düzüp koşmasına sebep oldu.
- عشق حق و سر شاهدبازیش ** بود مایهی جمله پردهسازیش
- Onun için bizim şahit (güzel) seven Tanrımız, Miraç gecesi, Peygamberle buluşunca “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” dedi.
- پس از آن لولاک گفت اندر لقا ** در شب معراج شاهدباز ما
- Bu kadı, iyiye de hüküm etmede, kötüye de. Fakat şahit, kadıya bile hüküm etmiyor mu? 2885
- این قضا بر نیک و بد حاکم بود ** بر قضا شاهد نه حاکم میشود
- Hüküm sahibi, şahide esir oldu. Sevin ey Tanrı rızasını kazanan kişinin keskin gözü.
- شد اسیر آن قضا میر قضا ** شاد باش ای چشمتیز مرتضی
- Tanrıyı bilen, bilinen Tanrı’dan pek ziyade niyazda bulundu; ey sıcakta soğukta bizi gözleyen Tanrı dedi...
- عارف از معروف بس درخواست کرد ** کای رقیب ما تو اندر گرم و سرد