English    Türkçe    فارسی   

6
2899-2923

  • Bâtıldırlar ama bana hak görünmedeler. Çünkü bâtıl, bâtılları çeker.
  • باطل‌اند و می‌نمایندم رشد  ** زانک باطل باطلان را می‌کشد 
  • Yeryüzünde, gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehlibar gibi kendi cinsini çekmededir. 2900
  • ذره ذره کاندرین ارض و سماست  ** جنس خود را هر یکی چون کهرباست 
  • Mide, ta dibine kadar ekmeği çekmededir, ciğerdeki hararet, suyu.
  • معده نان را می‌کشد تا مستقر  ** می‌کشد مر آب را تف جگر 
  • Güzellerin çekici gözleri de buralarda döner, dolaşır, gül bahçelerindeki kokuları arar durur.
  • چشم جذاب بتان زین کویها  ** مغز جویان از گلستان بویها 
  • Çünkü gözün duygusu, rengi çeker; beyin ve burun, güzel kokuları.
  • زانک حس چشم آمد رنگ کش  ** مغز و بینی می‌کشد بوهای خوش 
  • Bu çekilişleri de sırları bilen Tanrı’dan bil. Sen, kendi çekişinle bizi buralardan kurtar Yarabbi!
  • زین کششها ای خدای رازدان  ** تو به جذب لطف خودمان ده امان 
  • Ey müşterimiz olan Tanrı, sen bu çekicilerden üstünsün. Âcizleri satın alırsan değer, yaraşır. 2905
  • غالبی بر جاذبان ای مشتری  ** شاید ار درماندگان را وا خری 
  • Kadir gecesi, o dolunayı tanıyan, susuz kişinin buluta yüz çevirmesi gibi yüzünü padişaha döndürdü.
  • رو به شه آورد چون تشنه به ابر  ** آنک بود اندر شب قدر آن بدر 
  • Dili de onundu zaten, canı da. Onun olan, ona küstahça söz söylese ne çıkar?
  • چون لسان وجان او بود آن او  ** آن او با او بود گستاخ‌گو 
  • Dedi ki: Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık. Kıyamet gününde can güneşi sensin.
  • گفت ما گشتیم چون جان بند طین  ** آفتاب جان توی در یوم دین 
  • Ey gizlice yürüyen padişah, vakti geldi... Kerem et, hayırlısı ile bir sakalını oynat.
  • وقت آن شد ای شه مکتوم‌سیر  ** کز کرم ریشی بجنبانی به خیر 
  • Her birimiz hünerimizi gösterdik, fakat o hünerler, ancak bahtsızlığımızı arttırdı. 2910
  • هر یکی خاصیت خود را نمود  ** آن هنرها جمله بدبختی فزود 
  • O marifetler, boynumuzu bağladı, o mevkiler yüzünden baş aşağı düştük, alçaldık.
  • آن هنرها گردن ما را ببست  ** زان مناصب سرنگوساریم و پست 
  • O hünerler, boynumuza bağlanmış bir hurma lifi oldu. Ölüm günü, onların hiç birinden fayda yok.
  • آن هنر فی جیدنا حبل مسد  ** روز مردن نیست زان فنها مدد 
  • Ancak geceleyin gözü padişahı tanıyanın o güzel duygusu işe yarar.
  • جز همان خاصیت آن خوش‌حواس  ** که به شب بد چشم او سلطان‌شناس 
  • O marifetlerin hepsi yolda görünen adamın yolunu şaşırtan gulyabanidir. Yalnız geceleyin padişahın yüzünü gören göz başka.
  • آن هنرها جمله غول راه بود  ** غیر چشمی کو ز شه آگاه بود 
  • Padişah, hüküm gününde yalnız geceleyin yüzünü gören, kendisini tanıyan adamdan hayâ eder. 2915
  • شاه را شرم از وی آمد روز بار  ** که به شب بر روی شه بودش نظار 
  • Muhabbet padişahını tanıyan köpeğe de Ashabı Kehf’in köpeği adını takmalıdır.
  • وان سگ آگاه از شاه وداد  ** خود سگ کهفش لقب باید نهاد 
  • Köpeğin sesini anlayıp aslandan haber alan bir kulağa sahip bulunan kişinin hüneri de, iyi bir hüner.
  • خاصیت در گوش هم نیکو بود  ** کو به بانگ سگ ز شیر آگه شود 
  • Köpek, geceleri bekçiler gibi uyanık olduğundan padişahın geceleri uyanık olan kullarından da bihaber değildir.
  • سگ چو بیدارست شب چون پاسبان  ** بی‌خبر نبود ز شبخیز شهان 
  • Adı kötüye çıkanlardan utanmaya lüzum yok. Onların sırlarını anlamak gerek.
  • هین ز بدنامان نباید ننگ داشت  ** هوش بر اسرارشان باید گماشت 
  • Adı tamamı ile kötüye çıkana gelince artık onun hamlıkta bulunup iyi bir ad san aramaya kalkışmasına hiç lüzum yok. 2920
  • هر که او یک‌بار خود بدنام شد  ** خود نباید نام جست و خام شد 
  • Nice altın vardır ki yağma edilmekten, zarara uğramaktan kurtarmak için üstünü karartırlar.
  • ای بسا زر که سیه‌تابش کنند  ** تا شود آمن ز تاراج و گزند 
  • Susığırı, denizin dibinden şımşırak taşını çıkarıp deniz kıyısına kor, onun ışığıyla otlar.Bir tâcir, pusudan çıkar, sığır, taştan çok uzaklaşmış bulunduğundan o taşı balçıkla örter,kendisi de ağaçlığa gizlenir.
  • قصه‌ی آنک گاو بحری گوهر کاویان از قعر دریا بر آورد شب بر ساحل دریا نهد در درخش و تاب آن می‌چرد بازرگان از کمین برون آید چون گاو از گوهر دورتر رفته باشد بازرگان به لجم و گل تیره گوهر را بپوشاند و بر درخت گریزد الی آخر القصه و التقریب 
  • Susığırı, denizden bir mücevher çıkarır, onu kıyıya koyar, ışığı ile etrafını görür, otlamaya koyulur.
  • گاو آبی گوهر از بحر آورد  ** بنهد اندر مرج و گردش می‌چرد 
  • Mücevherin nuru ile aydınlanan sahadaki sümbül ve süsenleri hemencecik yer.
  • در شعاع نور گوهر گاو آب  ** می‌چرد از سنبل و سوسن شتاب