- Mücevherin nuru ile aydınlanan sahadaki sümbül ve süsenleri hemencecik yer.
- در شعاع نور گوهر گاو آب ** میچرد از سنبل و سوسن شتاب
- Böyle güzel kokulu çiçeklerle geçindiğinden, gıdası nergis ve nilüfer olduğundan da onun pisliği amberdir.
- زان فکندهی گاو آبی عنبرست ** که غذااش نرگس و نیلوفرست
- Birini gıdası, ululuk nuru olursa artık nasıl olur da o adamın dudağından sihri helâl doğmaz? 2925
- هرکه باشد قوت او نور جلال ** چون نزاید از لبش سحر حلال
- Gıdası, arı gibi vahiy olan kişinin evi, nasıl olur da balla dolu bulunmaz?
- هرکه چون زنبور وحیستش نفل ** چون نباشد خانهی او پر عسل
- Susığırı, yine o mücevherin ışığı ile otlar dururken ansızın mücevherden pek uzağa düştü.
- میچرد در نور گوهر آن بقر ** ناگهان گردد ز گوهر دورتر
- Bir tâcir, bunu görüp otlağın, çayırın kararması için mücevheri balçıkla örttü.
- تاجری بر در نهد لجم سیاه ** تا شود تاریک مرج و سبزهگاه
- Kendisi ağacın arasına gizlendi. Sığır kuvvetli boynuzları ile onu süsmek için bir hayli aradı.
- پس گریزد مرد تاجر بر درخت ** گاوجویان مرد را با شاخ سخت
- Düşmanı boynuzlamak için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı. 2930
- بیست بار آن گاو تازد گرد مرج ** تا کند آن خصم را در شاخ درج
- Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
- چون ازو نومید گردد گاو نر ** آید آنجا که نهاده بد گهر
- Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
- لجم بیند فوق در شاهوار ** پس ز طین بگریزد او ابلیسوار
- Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
- کان بلیس از متن طین کور و کرست ** گاو کی داند که در گل گوهرست
- "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
- اهبطوا افکند جان را در حضیض ** از نمازش کرد محروم این محیض
- Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır. 2935
- ای رفیقان زین مقیل و زان مقال ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال
- “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
- اهبطوا افکند جان را در بدن ** تا به گل پنهان بود در عدن
- Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
- تاجرش داند ولیکن گاو نی ** اهل دل دانند و هر گلکاو نی
- İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
- هر گلی که اندر دل او گوهریست ** گوهرش غماز طین دیگریست
- Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
- وان گلی کز رش حق نوری نیافت ** صحبت گلهای پر در بر نتافت
- Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde. 2940
- این سخن پایان ندارد موش ما ** هست بر لبهای جو بر گوش ما
- Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
- رجوع کردن به قصهی طلب کردن آن موش آن چغز را لبلب جو و کشیدن سر رشته تا چغز را در آب خبر شود از طلب او
- Fare, doğru yolu bulmuş olan kurbağa ile buluşmak isteyince o aşk ipini çekerdi.
- آن سرشتهی عشق رشته میکشد ** بر امید وصل چغز با رشد
- Anbean elime böyle bir vasıta, böyle bir vesile geçirdim diye o ipe güvenirdi.
- میتند بر رشتهی دل دم به دم ** که سر رشته به دست آوردهام
- Can ve gönül de bu geçeli, görüşmek için artık bir ipliğe döndü âdeta derdi.
- همچو تاری شد دل و جان در شهود ** تا سر رشته به من رویی نمود
- Derken ansızın bir alaca karga geldi, fareyi yakaladı. Kurbağa da onunla beraber havalandı.
- خود غراب البین آمد ناگهان ** بر شکار موش و بردش زان مکان
- Fare karganın gagasında havalanınca kurbağa da ona bağlı olduğundan onunla beraber sudan çıktı. 2945
- چون بر آمد بر هوا موش از غراب ** منسحب شد چغز نیز از قعر آب
- Fare, karganın gagasındaydı, kurbağa da ipe bağlı olduğundan havalanmaktaydı.
- موش در منقار زاغ و چغز هم ** در هوا آویخته پا در رتم
- Halksa hele bak diyordu, karga, hileyle suda yaşayan kurbağayı nasıl da avladı.
- خلق میگفتند زاغ از مکر و کید ** چغز آبی را چگونه کرد صید