English    Türkçe    فارسی   

6
2931-2955

  • Düşmanını bulmadan ümit kesince mücevheri koyduğu yere geldi.
  • چون ازو نومید گردد گاو نر  ** آید آنجا که نهاده بد گهر 
  • Fakat o iri, o padişahlara lâyık mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
  • لجم بیند فوق در شاه‌وار  ** پس ز طین بگریزد او ابلیس‌وار 
  • Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
  • کان بلیس از متن طین کور و کرست  ** گاو کی داند که در گل گوهرست 
  • "İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan mahrum etti.
  • اهبطوا افکند جان را در حضیض  ** از نمازش کرد محروم این محیض 
  • Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve heves, erkeklerin hayzıdır. 2935
  • ای رفیقان زین مقیل و زان مقال  ** اتقوا ان الهوی حیض الرجال 
  • “İnin” emri, canı bedene soktu da Âdem incisi, toprakta gizlendi.
  • اهبطوا افکند جان را در بدن  ** تا به گل پنهان بود در عدن 
  • Onu tâcir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat her toprak kazan anlamaz.
  • تاجرش داند ولیکن گاو نی  ** اهل دل دانند و هر گل‌کاو نی 
  • İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür toprağın da sırrını söylemektedir.
  • هر گلی که اندر دل او گوهریست  ** گوهرش غماز طین دیگریست 
  • Fakat Tanrı rahmetinin saçısından bir nur elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini anlamaz.
  • وان گلی کز رش حق نوری نیافت  ** صحبت گلهای پر در بر نتافت 
  • Bu söze son yoktur. Faremiz, ırmak kıyısında bizi bekliyor, kulağı bizde. 2940
  • این سخن پایان ندارد موش ما  ** هست بر لبهای جو بر گوش ما 
  • Farenin, ırmak kıyısında kurbağayı görmek isteyince ipi çekmesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی طلب کردن آن موش آن چغز را لب‌لب جو و کشیدن سر رشته تا چغز را در آب خبر شود از طلب او 
  • Fare, doğru yolu bulmuş olan kurbağa ile buluşmak isteyince o aşk ipini çekerdi.
  • آن سرشته‌ی عشق رشته می‌کشد  ** بر امید وصل چغز با رشد 
  • Anbean elime böyle bir vasıta, böyle bir vesile geçirdim diye o ipe güvenirdi.
  • می‌تند بر رشته‌ی دل دم به دم  ** که سر رشته به دست آورده‌ام 
  • Can ve gönül de bu geçeli, görüşmek için artık bir ipliğe döndü âdeta derdi.
  • هم‌چو تاری شد دل و جان در شهود  ** تا سر رشته به من رویی نمود 
  • Derken ansızın bir alaca karga geldi, fareyi yakaladı. Kurbağa da onunla beraber havalandı.
  • خود غراب البین آمد ناگهان  ** بر شکار موش و بردش زان مکان 
  • Fare karganın gagasında havalanınca kurbağa da ona bağlı olduğundan onunla beraber sudan çıktı. 2945
  • چون بر آمد بر هوا موش از غراب  ** منسحب شد چغز نیز از قعر آب 
  • Fare, karganın gagasındaydı, kurbağa da ipe bağlı olduğundan havalanmaktaydı.
  • موش در منقار زاغ و چغز هم  ** در هوا آویخته پا در رتم 
  • Halksa hele bak diyordu, karga, hileyle suda yaşayan kurbağayı nasıl da avladı.
  • خلق می‌گفتند زاغ از مکر و کید  ** چغز آبی را چگونه کرد صید 
  • Nasıl suya girdi, nasıl da onu kaptı? Suda yaşayan kurbağa, nasıl olur da alaca kargaya avlanır?
  • چون شد اندر آب و چونش در ربود  ** چغز آبی کی شکار زاغ بود 
  • Kurbağa, bu, suda yaşamayan susuz hayvanlar gibi, aşağılık bir mahluka eş olanın lâyığıdır.
  • چغز گفتا این سزای آن کسی  ** کو چو بی‌آبان شود جفت خسی 
  • Feryat adamın kendi cinsinden olmayan dostundan, feryat. Ey “ulu” lar, sizinle düşüp kalkacak iyi bir dost arayın, diyordu. 2950
  • ای فغان از یار ناجنس ای فغان  ** هم‌نشین نیک جویید ای مهان 
  • Akıl da ayıplarla dopdolu bulunan nefisten feryat eder. Nefis, güzel bir yüzdeki çirkin buruna benzer.
  • عقل را افغان ز نفس پر عیوب  ** هم‌چو بینی بدی بر روی خوب 
  • Akıl, ona der ki: Cins oluş, iyi bil ki su ve toprak bakımından değil, mâna, bakımındandır.
  • عقل می‌گفتش که جنسیت یقین  ** از ره معنیست نی از آب و طین 
  • Kendine gel de surete tapma, suret sözüne kapılma, cins oluşu surette arama.
  • هین مشو صورت‌پرست و این مگو  ** سر جنسیت به صورت در مجو 
  • Suret, cansız şeye, taşa benzer. Cansız şeyin, kendisiyle cins olandan, yahut olmayandan haberi var mıdır?
  • صورت آمد چون جماد و چون حجر  ** نیست جامد را ز جنسیت خبر 
  • Can, karıncaya benzer, beden de bir buğday tanesine. Karınca o buğday tanesini her an çeker durur. 2955
  • جان چو مور و تن چو دانه‌ی گندمی  ** می‌کشاند سو به سویش هر دمی