- Bazen de, hanımcığım, diyordu, sakın bu bir düzen olmasın!
- که گهی میگفت ای خاتون من ** که مبادا باشد این دستان و فن
- Efendi, Ferec’i evlendiriyorum diye bir dâvet yaptı, eşini dostunu çağırdı.
- خواجه جمعیت بکرد و دعوتی ** که همیسازم فرج را وصلتی
- Gelenler de “Ferec, kutlu olsun” diye onu kandırmaktaydılar. 300
- تا جماعت عشوه میدادند و گان ** که ای فرج بادت مبارک اتصال
- Ferec, bu sözleri duyunca artık kızı alacağına iyice inandı. Büsbütün iyileşti, hastalığı kökünden geçti gitti.
- تا یقینتر شد فرج را آن سخن ** علت از وی رفت کل از بیخ و بن
- Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
- بعد از آن اندر شب گردک به فن ** امردی را بست حنی همچو زن
- Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar. Âdeta ona tavuk gösterip horoz verdiler.
- پر نگارش کرد ساعد چون عروس ** پس نمودش ماکیان دادش خروس
- Başını bağladılar, gelinler gibi elbiseler giydirdiler, gürbüz oğlanı kadın kıyafetine sokup koyverdiler.
- مقنعه و حلهی عروسان نکو ** کنگ امرد را بپوشانید او
- Efendi halvet zamanı derhal mumu üfledi. Hintli köle öyle güçlü kuvvetli bir oğlanla yalnız kaldı. 305
- شمع را هنگام خلوت زود کشت ** ماند هندو با چنان کنگ درشت
- Oğlan, köleye saldırınca Hintlicik, feryada başladı ama dışarıdaki def gürültüsünden sesini kimse duymuyordu ki.
- هندوک فریاد میکرد و فغان ** از برون نشنید کس از دفزنان
- Def çalması, el çırpması, kadın ve erkeğin naraları, onun sesini boğuyordu.
- ضرب دف و کف و نعرهی مرد و زن ** کرد پنهان نعرهی آن نعرهزن
- Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu. Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.
- تا به روز آن هندوک را میفشارد ** چون بود در پیش سگ انبان آرد
- Sabahleyin tas ve büyük bir bohça getirdiler. Ferec damatlar gibi güvey hamamına gitti.
- زود آوردند طاس و بوغ زفت ** رسم دامادان فرج حمام رفت
- Gitti ama bitkin bir haldeydi. Ardı, külhancıların yırtık peştamalına dönmüştü. 310
- رفت در حمام او رنجور جان ** کون دریده همچو دلق تونیان
- Zavallı hamamdan dönünce efendinin kızı, gelin gibi odaya geçip oturdu.
- آمد از حمام در گردک فسوس ** پیش او بنشست دختر چون عروس
- Anası, köle, kızı gündüzün sınamaya kalkmasın diye oracıkta beklemekteydi.
- مادرش آنجا نشسته پاسبان ** که نباید کو کند روز امتحان
- Köle, bir müddet kinle kıza baktı da sonra ellerinin on parmağını da ona doğru sallayıp dedi ki:
- ساعتی در وی نظر کرد از عناد ** آنگهان با هر دو دستش ده بداد
- Dilerim kimse seninle buluşmasın, senin gibi kötü ve pis bir geline düşmesin.
- گفت کس را خود مبادا اتصال ** با چو تو ناخوش عروس بدفعال
- Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze, geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter. 315
- روز رویت روی خاتونان تر ** کیر زشتت شب بتر از کیر خر
- İşte şu âlemin bütün nimetleri, uzaktan pek hoştur ama yaklaştı mı sınamadan ibarettir.
- همچنان جمله نعیم این جهان ** بس خوشست از دور پیش از امتحان
- Uzaktan su görünür ,yanına vardın mı görürsün ki serapmış.
- مینماید در نظر از دور آب ** چون روی نزدیک باشد آن سراب
- O kokmuş bir kocakarıdır ama çok cilvelidir, kendisini yeni bir gelin gibi gösterir.
- گنده پیرست او و از بس چاپلوس ** خویش را جلوه کند چون نو عروس
- Sakın onun yüzündeki boyaya aldanma; aman, onun zehirle karışık şerbetini tatmaya kalkışma.
- هین مشو مغرور آن گلگونهاش ** نوش نیشآلودهی او را مچش
- Sabret, sabır sıkıntının anahtarıdır; sabret de Ferec gibi yüzlerce zahmete, mihnete düşme. 320
- صبر کن کالصبر مفتاح الفرج ** تا نیفتی چون فرج در صد حرج
- Tanesi meydandadır da tuzağı gizlidir. Önce onun sana nimet verişi hoş görünür ama sonu öyle değil!
- آشکارا دانه پنهان دام او ** خوش نماید ز اولت انعام او
- Bu aldanış,yalnız o Hintli köleye ait değildir. Allah’nın koruduğu kişiden başka herkes,böyle bir aldanışa uğrar.
- در بیان آنک این غرور تنها آن هندو را نبود بلک هر آدمیی به چنین غرور مبتلاست در هر مرحلهای الا من عصم الله
- Ona ulaştın mı eyvahlar olsun sana. Nedamete düşer, ne kadar zarı zarı ağlarsın.
- چون بپیوستی بدان ای زینهار ** چند نالی در ندامت زار زار