English    Türkçe    فارسی   

6
2991-3015

  • Her yıldız, kendi adını, halini, nasıl rasat edileceğini ona açar, söylerdi.
  • هر یکی نام خود و احوال خود  ** باز گفته پیش او شرح رصد 
  • Cinsiyet nedir? Bir çeşit bakış. Bununla bir cinsten olanlar, birbirlerine yol bulur, birbirlerine kavuşurlar.
  • چیست جنسیت یکی نوع نظر  ** که بدان یابند ره در هم‌دگر 
  • Tanrı, birisine verdiği bakışı sana da verse sen de onun cinsinden olursun.
  • آن نظر که کرد حق در وی نهان  ** چون نهد در تو تو گردی جنس آن 
  • Bedeni her yana çeken nedir? bakıştır. Haberdar olan, nasıl olur da bihaberi bildiği tarafa çeker?
  • هر طرف چه می‌کشد تن را نظر  ** بی‌خبر را کی کشاند با خبر 
  • Erkekte kadın huyu oldu mu puşt olur, namussuzluk eder. 2995
  • چونک اندر مرد خوی زن نهد  ** او مخنث گردد و گان می‌دهد 
  • Kadına erkek huyu verdi mi kadın, kadın arar, sevici olur.
  • چون نهد در زن خدا خوی نری  ** طالب زن گردد آن زن سعتری 
  • Tanrı, sana Cebrail sıfatlarını verirse kuş gibi uçar, havalarda yol ararsın.
  • چون نهد در تو صفات جبرئیل  ** هم‌چو فرخی بر هواجویی سبیل 
  • Gözün, havayı gözler durur. Yeryüzüne yabancı kesilir, gökyüzüne âşık olursun.
  • منتظر بنهاده دیده در هوا  ** از زمین بیگانه عاشق بر سما 
  • Fakat sana eşek huyu verirse yüzlerce kanadın olsa uçar, ahıra konarsın!
  • چون نهد در تو صفت‌های خری  ** صد پرت گر هست بر آخر پری 
  • Aşağılık fare, suret bakımından aşağı olmadı. Pisliğinden çaylağa zebun oldu. 3000
  • از پی صورت نیامد موش خوار  ** از خبیثی شد زبون موش‌خوار 
  • Yemek peşinde koşan hain olan, karanlığa tapan, peynir, fıstık ve pekmezle sarhoş olur.
  • طعمه‌جوی و خاین و ظلمت‌پرست  ** از پنیر و فستق و دوشاب مست 
  • Eşsiz doğan kuşunda bile fare huyu olursa farelere ar olur, hayvanlar ondan utanırlar.
  • باز اشهب را چو باشد خوی موش  ** ننگ موشان باشد و عار وحوش 
  • Oğul Harut’la Marut’a Tanrı insan huyunu verdi, melek huyları değişti.
  • خوی آن هاروت و ماروت ای پسر  ** چون بگشت و دادشان خوی بشر 
  • “Biz Tanrıya ibadet için saflar kurmuşuz” makamından aşağıya düştüler, Bâbil kuyusuna baş aşağı asıldılar.
  • در فتادند از لنحن الصافون  ** در چه بابل ببسته سرنگون 
  • Levhi mahfuz, gözlerinden uzaklaştı, levhleri büyü yapan ve büyülenen kişilerin bedenleri oldu. 3005
  • لوح محفوظ از نظرشان دور شد  ** لوح ایشان ساحر و مسحور شد 
  • Kanatları aynı, başları aynı, bedenleri aynı fakat birisi arz üstünde Musa, öbürü aşağılık yerlerde hor hakir Firavun.
  • پر همان و سر همان هیکل همان  ** موسیی بر عرش و فرعونی مهان 
  • Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
  • در پی خو باش و با خوش‌خو نشین  ** خوپذیری روغن گل را ببین 
  • Mezar toprağı bile insanla şereflenir; gönül ona elini kor, yüzünü sürer.
  • خاک گور از مرد هم یابد شرف  ** تا نهد بر گور او دل روی و کف 
  • Toprak bile temiz bir bedenle komşu olduğundan şereflenir, devlet bulursa,
  • خاک از همسایگی جسم پاک  ** چون مشرف آمد و اقبال‌ناک 
  • Artık sen “Önce komşu gerek sonra ev” de. Gönlün varsa yürü, bir gönül sahibi dost ara. 3010
  • پس تو هم الجار ثم الدار گو  ** گر دلی داری برو دلدار جو 
  • Onun toprağı bile can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.
  • خاک او هم‌سیرت جان می‌شود  ** سرمه‌ی چشم عزیزان می‌شود 
  • Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.
  • ای بسا در گور خفته خاک‌وار  ** به ز صد احیا به نفع و انتشار 
  • Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
  • سایه برده او و خاکش سایه‌مند  ** صد هزاران زنده در سایه‌ی ویند 
  • Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
  • داستان آن مرد کی وظیفه داشت از محتسب تبریز و وامها کرده بود بر امید آن وظیفه و او را خبر نه از وفات او حاصل از هیچ زنده‌ای وام او گزارده نشد الا از محتسب متوفی گزارده شد چنانک گفته‌اند لیس من مات فاستراح بمیت انما المیت میت الاحیاء 
  • Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
  • آن یکی درویش ز اطراف دیار  ** جانب تبریز آمد وامدار 
  • Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti. 3015
  • نه هزارش وام بد از زر مگر  ** بود در تبریز بدرالدین عمر