English    Türkçe    فارسی   

6
3202-3226

  • Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
  • Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
  • Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
  • Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz. 3205
  • Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
  • Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
  • Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
  • Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.
  • Yoldaki toprak göze ve cana parlaklık verirse o toprağı sürme gör, sürme bil. 3210
  • O nur, bu topraktan çıkıp parlarken artık ben ne diye başımı göğe kaldırayım?
  • O yok oldu, ey küstâh, ona var deme. Böyle bir ırmakta hiç kuru toprak kalır mı?
  • Bu güneşin önünde yeni ay parlayabilir, yahut böyle bir Rüstem’e karşı Zâl’in kuvveti para eder mi?
  • Tanrı da diler ve üstündür o. Nihayet varlıkların kökünü kazır, hepsini yok eder.
  • İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu efendisinde yok olmuş bil. 3215
  • Efendi de efendiyi yaratanın nurunda yok olmuş, ölüp gitmiş gömülmüştür.
  • Bu efendiyi Tanrı’dan ayrı bildin mi metni de kaybedersin, dibaceyi de.
  • Gözünü gönlünü topraktan çevir. Bu, bir tek kıbledir, iki kıble görme.
  • İki gördün mü iki taraftan kalırsın. Pabuca bir ateştir düşer, pabuç da yanar gider.
  • İki gören, kaş şehrindeki garibe benzer. Adı Ömer’di. Bu sebeple onu, bir dükkândan öbür dükkâna gönderiyorlardı. Bütün dükkânların, Ömer’e ekmek satmamak bakımından bir olduğunu anlamıyordu. Ben yanlış söyledim, adını Ömer değil diyeyim de tövbe edeyim, şu dükkâna varır böyle dersem yalnız o dükkândan değil, bütün dükkânlardan ekmek alabilirim.. Fakat böyle demez de yine adım Ömer kalırsa bu dükkândan başka yere başvursam da faydasız. Hepsinden de mahrum kalırım. Çünkü şaşıyım, bu dükkânları birbirinden ayrı sandım demedi.
  • Kâş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz. 3220
  • Bir dükkâna gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi.
  • Dükkâncı der ki: yürü öbür dükkâna git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir.
  • Adam şaşı olmasa başka dükkân yok ki derdi.
  • Onun şaşılığı gitse de nuru, Kâş’lının gönlüne vursaydı o vakit de Ömer, Ali olurdu.
  • Fakat bu dükkâncı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye bağırır bu Ömer’e ekmek sat. 3225
  • O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve uzak bir dükkâna yollar.