- Şimdi bir şehir görünürken varlığından bez de pılını pırtını yıkık yerde çözme.
- ده دهش اکنون که چون شهرت نمود ** تا نباید رخت در ویران گشود
- Şimdi yüzlerce bağa, bahçeye sahipken vazgeç varlıktan da âciz ve yıkık yere tapar bir hale gelmeyesin.
- ده دهش اکنون که صد بستانت هست ** تا نگردی عاجز و ویرانپرست
- Peygamber, Allah’dan cenneti istiyorsan kimseden bir şey isteme.
- گفت پیغامبر که جنت از اله ** گر همیخواهی ز کس چیزی مخواه
- Kimseden bir şey istemezsen ben kefilim, cennete de girersin, Allahya da ulaşırsın dedi.
- چون نخواهی من کفیلم مر ترا ** جنت الماوی و دیدار خدا
- Bunu duyan sahabe de şu kefillik yüzünden öyle ayarı tam bir hale geldi ki bir gün ata binmiş, bir yere gidiyordu. 335
- آن صحابی زین کفالت شد عیار ** تا یکی روزی که گشته بد سوار
- Elinden kamçısı düştü. Attan inip kendisi aldı, kimseden istemedi.
- تازیانه از کفش افتاد راست ** خود فرو آمد ز کس آنرا نخواست
- Çünkü Allah, bir şey verdi mi iyidir, kimseye kötü bir şey vermez. O, bilir ve adamın dileğini insan istemeden verir.
- آنک از دادش نیاید هیچ بد ** داند و بیخواهشی خود میدهد
- Fakat Allah emri ile dilersen caizdir. Çünkü o çeşit istek, peygamberlerin yoludur.
- ور به امر حق بخواهی آن رواست ** آنچنان خواهش طریق انبیاست
- Sevgili emredince kötü kalmaz. Küfür onun için olursa iman kesilir.
- بد نماند چون اشارت کرد دوست ** کفر ایمان شد چون کفر از بهر اوست
- Onun emri ile olan kötülük, bütün âlem iyiliklerinden üstündür. 340
- هر بدی که امر او پیش آورد ** آن ز نیکوهای عالم بگذرد
- Sedefin kabuğu paralanırsa ilenme, onda yüz binlerce inci vardır.
- زان صدف گر خسته گردد نیز پوست ** ده مده که صد هزاران در دروست
- Bu sözün sonu gelmez, dön de padişaha gel. Doğan kuşuna benze.
- این سخن پایان ندارد بازگرد ** سوی شاه و هممزاج بازگرد
- Halis altın gibi dükkâna çık da ilenmeden, kınamadan kurtul.
- باز رو در کان چو زر دهدهی ** تا رهد دستان تو از دهدهی
- Bir suret, gönüle girdi mi insan, sonunda nedamete düşer, o suretten bezer.
- صورتی را چون بدل ره میدهند ** از ندامت آخرش ده میدهند
- Sonunda herkes, kapıldığı suretten tövbe eder, fakat yine unutuş gelir, onu o yana çeker. 345
- توبه میآرند هم پروانهوار ** باز نسیان میکشدشان سوی کار
- Pervane gibi uzaktan o ateşi nur görür, yükünü o tarafa çeker.
- همچو پروانه ز دور آن نار را ** نور دید و بست آن سو بار را
- Fakat geldi mi kanadı yanıp kaçar. Kaçar ama çocuklar gibi yine gelir, yaraya tuz eker.
- چون بیامد سوخت پرش را گریخت ** باز چون طفلان فتاد و ملح ریخت
- Yine zanna, tamaha düşer, derhal kendisini o ateşe atar.
- بار دیگر بر گمان طمع سود ** خویش زد بر آتش آن شمع زود
- Yine yanar, sıçrar. Fakat yine gönlündeki hırs, kendisine yandığını unutturur, sarhoş eder.
- بار دیگر سوخت هم واپس بجست ** باز کردش حرص دل ناسی و مست
- Hintli köle gibi bezdi de o işten vazgeçti mi işte o zaman yanmaktan kurtulur. 350
- آن زمان کز سوختن وا میجهد ** همچو هندو شمع را ده میدهد
- Ey geceleri aydınlatan ay gibi yüzü parlak güzel, ey konuşup görüşmesine aldananı yakan yalancı, der.
- که ای رخت تابان چون ماه شبفروز ** وی به صحبت کاذب و مغرورسوز
- Fakat yine tövbe ve sızlanma, hatırından çıkar. Çünkü Allah, yalancıların düzenini zayıf bir hale getirir, bozar gider.
- باز از یادش رود توبه و انین ** کاوهن الرحمن کید الکاذبین
- “Savaş ateşini yaktılar mı Allah söndürür” âyetinin herkese ait oluşu
- در عموم تاویل این آیت کی کلما اوقدوا نارا للحرب
- Onlar, savaş ateşini yaktılar mı Allah, onların ateşini tamamiyle söndürür.
- کلما هم اوقدوا نار الوغی ** اطفاء الله نارهم حتی انطفا
- İnsan azmeder der ki: Gönül, orada durma. Fakat yine unutur, çünkü azim ehli değildir ki.
- عزم کرده که دلا آنجا مهایست ** گشته ناسی زانک اهل عزم نیست
- Doğruluk tohumunu ekmemiş olduğundan Allah, ona o unutkanlığı verir. 355
- چون نبودش تخم صدقی کاشته ** حق برو نسیان آن بگماشته