- Sonra onun lütfunun vuruşunu da bir sanma. Taşa da vurmuştur, laale de.
- تاب لطفش را تو یکسان هم مدان ** سنگ را و لعل را داد او نشان
- Laal, ondan bir define elde etmiştir, taşsa yalnız bir hararet ve bir parlaklık.
- لعل را زان هست گنج مقتبس ** سنگ را گرمی و تابانی و بس
- Güneş duvara da vurur. Fakat suya vurduğu gibi görünmez, parlamaz, ona bir şey vurmaz ve üstünde bir şey titremez.
- آنک بر دیوار افتد آفتاب ** آنچنان نبود کز آب و اضطراب
- O tek bir padişah bir ümmet ata hayran, hayran baktı sonra yüzünü imadülmülk ’e döndürüp, 3455
- چون دمی حیران شد از وی شاه فرد ** روی خود سوی عماد الملک کرد
- Ey büyük adam dedi. Güzel bir at değil mi? Sanki yeryüzünden değil de cennetten gelmiş!
- کای اچی بس خوب اسپی نیست این ** از بهشتست این مگر نه از زمین
- İmadülmülk dedi ki: Padişahım, gönlünün akışı sana şeytanı melek gibi göstermede.
- پس عماد الملک گفتش ای خدیو ** چون فرشته گردد از میل تو دیو
- İyice dikkat edersen görürsün: Pek güzel, pek dilber bu at ama,
- در نظر آنچ آوری گردید نیک ** بس گش و رعناست این مرکب ولیک
- Bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor.
- هست ناقص آن سر اندر پیکرش ** چون سر گاوست گویی آن سرش
- Bu söz, Harzemşah’ın gönlüne tesir etti. At gözünden düştü. 3460
- در دل خوارمشه این دم کار کرد ** اسپ را در منظر شه خوار کرد
- Bir alım satımda garaz, vasıta olur, satılan şeyi o överse bir Yusuf’u, üç arşın beze alırsın.
- چون غرض دلاله گشت و واصفی ** از سه گز کرباس یابی یوسفی
- Can verme çağında da şeytan, vasıtalık eder, senden iman incisi alır.
- چونک هنگام فراق جان شود ** دیو دلال در ایمان شود
- Ahmak derhal o sıkışık zamanda bir ibrik suya imanını satıverir.
- پس فروشد ابله ایمان را شتاب ** اندر آن تنگی به یک ابریق آب
- Halbuki o su ibriği değildir, bir hayalden ibarettir. O vasıtalık eden ibrik, ancak bir hile peşindedir. Bir kötülük yapmak ister.
- وان خیالی باشد و ابریق نی ** قصد آن دلال جز تخریق نی
- Şimdi sağlam ve semizken bile doğru şeyi bir hayal için verip duruyorsun. 3465
- این زمان که تو صحیح و فربهی ** صدق را بهر خیالی میدهی
- Çocuk gibi her an madendeki inciyi satıp yerine ceviz almaktasın.
- میفروشی هر زمانی در کان ** همچو طفلی میستانی گردگان
- Ecel gününün o hastalığında böyle bir şeyi yaparsan şaşılmaz artık.
- پس در آن رنجوری روز اجل ** نیست نادر گر بود اینت عمل
- Hayalinde bir surettir coşmuştur. Fakat sınama zamanında ceviz gibi çürümüş bir şey.
- در خیالت صورتی جوشیدهای ** همچو جوزی وقت دق پوسیدهای
- O hayal ilk zuhur ettiği zaman dolunay gibidir. Ama sonunda yeni aya döner.
- هست از آغاز چون بدر آن خیال ** لیک آخر میشود همچون هلال
- Önce bakınca onu sonra ne hale gelecekse öyle görürsen, aldanmaz, ondan kurtulursun. 3470
- گر تو اول بنگری چون آخرش ** فارغ آیی از فریب فاترش
- Ey emin kişi! Dünya çürük bir cevizdir. Onu pek sınama, uzaktan bak.
- جوز پوسیدهست دنیا ای امین ** امتحانش کم کن از دورش ببین
- Padişah, o atı hal gözüyle gördü, İmadülmülk meal gözüyle.
- شاه دید آن اسپ را با چشم حال ** وآن عمادالملک با چشم مل
- Padişahın gözü titredi, ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü.
- چشم شه دو گز همی دید از لغز ** چشم آن پایاننگر پنجاه گز
- Tanrının insanın gözüne çektiği o sürme, ne sürmedir ki can, yüzlerce perdenin ardındaki yolu görür.
- آن چه سرمهست آنک یزدان میکشد ** کز پس صد پرده بیند جان رشد
- Kainatın ulusunun gözü, sonu görmeyle eş olmuştu. O yüzden cihanı leş gördü. 3475
- چشم مهتر چون به آخر بود جفت ** پس بدان دیده جهان را جیفه گفت
- Padişah, bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti; gönlü attan soğudu gitti.
- زین یکی ذمش که بشنود او وحسپ ** پس فسرد اندر دل شه مهر اسپ