English    Türkçe    فارسی   

6
3455-3479

  • O tek bir padişah bir ümmet ata hayran, hayran baktı sonra yüzünü imadülmülk ’e döndürüp, 3455
  • چون دمی حیران شد از وی شاه فرد  ** روی خود سوی عماد الملک کرد 
  • Ey büyük adam dedi. Güzel bir at değil mi? Sanki yeryüzünden değil de cennetten gelmiş!
  • کای اچی بس خوب اسپی نیست این  ** از بهشتست این مگر نه از زمین 
  • İmadülmülk dedi ki: Padişahım, gönlünün akışı sana şeytanı melek gibi göstermede.
  • پس عماد الملک گفتش ای خدیو  ** چون فرشته گردد از میل تو دیو 
  • İyice dikkat edersen görürsün: Pek güzel, pek dilber bu at ama,
  • در نظر آنچ آوری گردید نیک  ** بس گش و رعناست این مرکب ولیک 
  • Bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor.
  • هست ناقص آن سر اندر پیکرش  ** چون سر گاوست گویی آن سرش 
  • Bu söz, Harzemşah’ın gönlüne tesir etti. At gözünden düştü. 3460
  • در دل خوارمشه این دم کار کرد  ** اسپ را در منظر شه خوار کرد 
  • Bir alım satımda garaz, vasıta olur, satılan şeyi o överse bir Yusuf’u, üç arşın beze alırsın.
  • چون غرض دلاله گشت و واصفی  ** از سه گز کرباس یابی یوسفی 
  • Can verme çağında da şeytan, vasıtalık eder, senden iman incisi alır.
  • چونک هنگام فراق جان شود  ** دیو دلال در ایمان شود 
  • Ahmak derhal o sıkışık zamanda bir ibrik suya imanını satıverir.
  • پس فروشد ابله ایمان را شتاب  ** اندر آن تنگی به یک ابریق آب 
  • Halbuki o su ibriği değildir, bir hayalden ibarettir. O vasıtalık eden ibrik, ancak bir hile peşindedir. Bir kötülük yapmak ister.
  • وان خیالی باشد و ابریق نی  ** قصد آن دلال جز تخریق نی 
  • Şimdi sağlam ve semizken bile doğru şeyi bir hayal için verip duruyorsun. 3465
  • این زمان که تو صحیح و فربهی  ** صدق را بهر خیالی می‌دهی 
  • Çocuk gibi her an madendeki inciyi satıp yerine ceviz almaktasın.
  • می‌فروشی هر زمانی در کان  ** هم‌چو طفلی می‌ستانی گردگان 
  • Ecel gününün o hastalığında böyle bir şeyi yaparsan şaşılmaz artık.
  • پس در آن رنجوری روز اجل  ** نیست نادر گر بود اینت عمل 
  • Hayalinde bir surettir coşmuştur. Fakat sınama zamanında ceviz gibi çürümüş bir şey.
  • در خیالت صورتی جوشیده‌ای  ** هم‌چو جوزی وقت دق پوسیده‌ای 
  • O hayal ilk zuhur ettiği zaman dolunay gibidir. Ama sonunda yeni aya döner.
  • هست از آغاز چون بدر آن خیال  ** لیک آخر می‌شود هم‌چون هلال 
  • Önce bakınca onu sonra ne hale gelecekse öyle görürsen, aldanmaz, ondan kurtulursun. 3470
  • گر تو اول بنگری چون آخرش  ** فارغ آیی از فریب فاترش 
  • Ey emin kişi! Dünya çürük bir cevizdir. Onu pek sınama, uzaktan bak.
  • جوز پوسیده‌ست دنیا ای امین  ** امتحانش کم کن از دورش ببین 
  • Padişah, o atı hal gözüyle gördü, İmadülmülk meal gözüyle.
  • شاه دید آن اسپ را با چشم حال  ** وآن عمادالملک با چشم مل 
  • Padişahın gözü titredi, ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü.
  • چشم شه دو گز همی دید از لغز  ** چشم آن پایان‌نگر پنجاه گز 
  • Tanrının insanın gözüne çektiği o sürme, ne sürmedir ki can, yüzlerce perdenin ardındaki yolu görür.
  • آن چه سرمه‌ست آنک یزدان می‌کشد  ** کز پس صد پرده بیند جان رشد 
  • Kainatın ulusunun gözü, sonu görmeyle eş olmuştu. O yüzden cihanı leş gördü. 3475
  • چشم مهتر چون به آخر بود جفت  ** پس بدان دیده جهان را جیفه گفت 
  • Padişah, bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti; gönlü attan soğudu gitti.
  • زین یکی ذمش که بشنود او وحسپ  ** پس فسرد اندر دل شه مهر اسپ 
  • Kendi gözünü bıraktı, onun gözünü kabul etti.
  • چشم خود بگذاشت و چشم او گزید  ** هوش خود بگذاشت و قول او شنید 
  • Kendi aklını bıraktı, onun sözünü duydu.
  • این بهانه بود و آن دیان فرد  ** از نیاز آن در دل شه سرد کرد 
  • Bu bir bahaneydi. O tek Tanrı, at sahibinin yalvarması yüzünden Padişahı attan soğuttu. Atın güzelliğini örttü ona göstermedi. O söz de arada kapı gıcırtısı gibiydi.
  • در ببست از حسن او پیش بصر  ** آن سخن بد در میان چون بانگ در