- Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
- لا تکن طوع الهوی مثل الحشیش ** ان ظل العرش اولی من عریش
- Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
- گفت سلطان اسپ را وا پس برید ** زودتر زین مظلمه بازم خرید
- Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz başıyla aldatma. 3505
- با دل خود شه نفرمود این قدر ** شیر را مفریب زین راس البقر
- Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz boynuzunu vermez.
- پای گاو اندر میان آری ز داو ** رو ندوزد حق بر اسپی شاخ گاو
- Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı?
- بس مناسب صنعتست این شهره زاو ** کی نهد بر جسم اسپ او عضو گاو
- Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur.
- زاو ابدان را مناسب ساخته ** قصرهای منتقل پرداخته
- Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır.
- در میان قصرها تخریجها ** از سوی این سوی آن صهریجها
- İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır. 3510
- وز درونشان عالمی بیمنتها ** در میان خرگهی چندین فضا
- گه چو کابوسی نماید ماه را ** گه نماید روضه قعر چاه را
- Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helâle uğramakta bulunduğundan
- قبض و بسط چشم دل از ذوالجلال ** دم به دم چون میکند سحر حلال
- Mustafa, Tanrı’dan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini diledi.
- زین سبب درخواست از حق مصطفی ** زشت را هم زشت و حق را حقنما
- İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba düşmeyeyim dedi.
- تا به آخر چون بگردانی ورق ** از پشیمانی نه افتم در قلق
- O eşsiz İmadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı. 3515
- مکر که کرد آن عماد الملک فرد ** مالک الملکش بدان ارشاد کرد
- Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. “ Kâlb, ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.”
- مکر حق سرچشمهی این مکرهاست ** قلب بین اصبعین کبریاست
- Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
- آنک سازد در دلت مکر و قیاس ** آتشی داند زدن اندر پلاس
- Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
- رجوع کردن به قصهی آن پایمرد و آن غریب وامدار و بازگشتن ایشان از سر گور خواجه و خواب دیدن پایمرد خواجه را الی آخره
- Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın mezarından dönünce
- بینهایت آمد این خوش سرگذشت ** چون غریب از گور خواجه باز گشت
- Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti.
- پای مردش سوی خانهی خویش برد ** مهر صد دینار را فا او سپرد
- Yemek çıkardı,hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı. 3520
- لوتش آورد و حکایتهاش گفت ** کز امید اندر دلش صد گل شکفت
- Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait hikâyeler anlattı.
- آنچ بعد العسر یسر او دیده بود ** با غریب از قصهی آن لب گشود
- Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaâye söylerler, konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
- نیمشب بگذشت و افسانه کنان ** خوابشان انداخت تا مرعای جان
- Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi gördü. Odanın baş köşesine geçmiş oturuyordu.
- دید پامرد آن همایون خواجه را ** اندر آن شب خواب بر صدر سرا
- Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum.
- خواجه گفت ای پایمرد با نمک ** آنچ گفتی من شنیدم یک به یک
- Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki. 3525
- لیک پاسخ دادنم فرمان نبود ** بیاشارت لب نیارستم گشود
- Biz, işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.
- ما چو واقف گشتهایم از چون و چند ** مهر با لبهای ما بنهادهاند
- Gayp sırları faş olmasın. Şu hayat, şu geçim yıkılmasın diye bizi söyletmiyorlar.
- تا نگردد رازهای غیب فاش ** تا نگردد منهدم عیش و معاش