- Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
- در فرج جویی خرد سر تیز به ** از کمینگاه بلا پرهیز به
- Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.
- گر نمیگفت این سخن را آن پدر ** ور نمیفرمود زان قلعه حذر
- O kaleye gitmek akıllarına bile gelmeyecekti. Gönülleri o tarafa akmayacaktı bile. 3655
- خود بدان قلعه نمیشد خیلشان ** خود نمیافتاد آن سو میلشان
- Çünkü tanınmış bir kale değildi. O, pek ıssız bir yerdeydi. Kalelerden, yolardan uzaktaydı.
- کان نبد معروف بس مهجور بود ** از قلاع و از مناهج دور بود
- Fakat babaları gitmeyin deyince bu sözden hevese, hayale düştüler.
- چون بکرد آن منع دلشان زان مقال ** در هوس افتاد و در کوی خیال
- Bu men edilme yüzünden gönüllerinde bir rağbettir uyandı, onun sırrını mutlaka öğrenmek gerek dediler.
- رغبتی زین منع در دلشان برست ** که بباید سر آن را باز جست
- Men edilen şeye gitmeyin, yapmayın denen şeyi yapmayan kimdir? İnsan men edildiği şeye haristir.
- کیست کز ممنوع گردد ممتنع ** چونک الانسان حریص ما منع
- Bir şeyi yapma demek, iyi ve Tanrı’dan çekinir kişileri o şeye yanaştırmaz ama hava ve hamasîne uyanları o tarafa sürer, götürür. 3660
- نهی بر اهل تقی تبغیض شد ** نهی بر اهل هوا تحریض شد
- Şu halde bu yapmayın sözü, birçok kişileri azdırır. Birçok kalbi uyanık kişilerde bununla doğru yola gitmiş olurlar.
- پس ازین یغوی به قوما کثیر ** هم ازین یهدی به قلبا خبیر
- Alışkın güvercin kamışlardan kaçar mı hiç? O kamışlardan alışmamış, yabani güvercinler kaçar.
- کی رمد از نی حمام آشنا ** بل رمد زان نی حمامات هوا
- Şehzadeler de hizmetlerde bulunuruz, dediğin gibi hareket ederiz baş üstüne.
- پس بگفتندش که خدمتها کنیم ** بر سمعنا و اطعناها تنیم
- Buyruğundan dışarı çıkmayız. Senin lûtuf ve ihsanından gaflet etmek, küfürdür dediler.
- رو نگردانیم از فرمان تو ** کفر باشد غفلت از احسان تو
- Fakat kendilerine güvendiklerinden Tanrı izin verirse demediler. Tanrı’yı anmadılar bile. 3665
- لیک استثنا و تسبیح خدا ** ز اعتماد خود بد از ایشان جدا
- Bu Tanrı izin verirse demek, bu kat, kat tedbir ve ihtiyat, Mesnevinin başlangıcında anlatıldı.
- ذکر استثنا و حزم ملتوی ** گفته شد در ابتدای مثنوی
- Yüz tane kitap olsa hepsi de bir baptan ibarettir. Yüz tarafta da bir tek mihraba dönülür.
- صد کتاب ار هست جز یک باب نیست ** صد جهت را قصد جز محراب نیست
- Bu yolların hepsi de tek bir eve çıkar. Bu binlerce başak, bir tek tohumdan meydana gelmiştir.
- این طرق را مخلصی یک خانه است ** این هزاران سنبل از یک دانه است
- Çeşit, çeşit yüz binlerce yemekler vardır. Fakat yemek olmak bakımından hepside bir şeydir.
- گونهگونه خوردنیها صد هزار ** جمله یک چیزست اندر اعتبار
- Bir tanesini yedin de tamamıyla doydun mu elli tane yemek olsa hepsinden soğursun. 3670
- از یکی چون سیر گشتی تو تمام ** سرد شد اندر دلت پنجه طعام
- Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
- در مجاعت پس تو احول دیدهای ** که یکی را صد هزاران دیدهای
- O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını, anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
- گفته بودیم از سقام آن کنیز ** وز طبیبان و قصور فهم نیز
- Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu.
- کان طبیبان همچو اسپ بیعذار ** غافل و بیبهره بودند از سوار
- Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
- کامشان پر زخم از قرع لگام ** سمشان مجروح از تحویل گام
- Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri yoktu bundan. 3675
- ناشده واقف که نک بر پشت ما ** رایض و چستیست استادینما
- Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili süvariden.
- نیست سرگردانی ما زین لگام ** جز ز تصریف سوار دوستکام
- Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş diyen yoktu.
- ما پی گل سوی بستانها شده ** گل نموده آن و آن خاری بده