- Fakat açken şaşılığın tutar, bir yemeği yüz bin yemek görürsün.
- در مجاعت پس تو احول دیدهای ** که یکی را صد هزاران دیدهای
- O halayığın hastalığını, doktorların ahvalini, kusurlarını, anlayışsızlıklarını söylemiştik ya.
- گفته بودیم از سقام آن کنیز ** وز طبیبان و قصور فهم نیز
- Hekimler, yularsız atlara benziyorlardı. Üstlerindekinden haberleri bile yoktu.
- کان طبیبان همچو اسپ بیعذار ** غافل و بیبهره بودند از سوار
- Damakları, gemden yaralanmıştı, tırnakları yol yürümeden incinmişti.
- کامشان پر زخم از قرع لگام ** سمشان مجروح از تحویل گام
- Öyle olduğu halde üstümüzdeki hünerini gösteren bir binici demiyorlardı, haberleri yoktu bundan. 3675
- ناشده واقف که نک بر پشت ما ** رایض و چستیست استادینما
- Demiyorlardı ki bu perişanlığımız gemden değil. Üstümüzdeki sevgili süvariden.
- نیست سرگردانی ما زین لگام ** جز ز تصریف سوار دوستکام
- Gül devşirmek için bahçeye gitti. Gül göründü bize ama meğerse dikenmiş diyen yoktu.
- ما پی گل سوی بستانها شده ** گل نموده آن و آن خاری بده
- Hiçbiri, aklını başına alıp da bizim boğazımızı kim tekmeliyor demedi gitti.
- هیچشان این نی که گویند از خرد ** بر گلوی ما کی میکوبد لگد
- Hekimler, sebebe kul kesilmişler, Tanrı hilesini görememişlerdi.
- آن طبیبان آنچنان بندهی سبب ** گشتهاند از مکر یزدان محتجب
- Bir ahıra öküz bağlasan, sonra öküzün yerinde bir eşeği bağlı bulsan, 3680
- گر ببندی در صطبلی گاو نر ** باز یابی در مقام گاو خر
- Bu işi gizlice kim yaptı diye araştırmaz, uykudaymış gibi gaflet edersen bu, eşekliktir.
- از خری باشد تغافل خفتهوار ** که نجویی تا کیست آن خفیه کار
- Kendi kendine “ Bunu değiştiren kim? Görünmüyor ama acaba göktekilerden biri mi yaptı bu işi” demiyorsun ha?
- خود نگفته این مبدل تا کیست ** نیست پیدا او مگر افلاکیست
- Oku dosdoğru sağ tarafa attın, gördün ki sola gitti!
- تیر سوی راست پرانیدهای ** سوی چپ رفتست تیرت دیدهای
- Bir ceylân avlamak için at sürdün, domuza av oldun!
- سوی آهویی به صیدی تاختی ** خویش را تو صید خوکی ساختی
- Kazanç için kâr elde etmeye koştun, kâr şöyle dursun, hapse girdin. 3685
- در پی سودی دویده بهر کبس ** نارسیده سود افتاده به حبس
- Başkaları için kuyu kazdın, bir de gördün ki o kuyuya sen düşmüşsün.
- چاهها کنده برای دیگران ** خویش را دیده فتاده اندر آن
- Görüyorsun ki Tanrı, sebeplere el attın ama seni muradına eriştirmedi. Peki neden sebepler hakkında bir kötü zanna düşmedin?
- در سبب چون بیمرادت کرد رب ** پس چرا بدظن نگردی در سبب
- Niceler, kazançla padişah kesildiler, niceler de kazanç peşinde çırçıplak kaldılar.
- بس کسی از مکسبی خاقان شده ** دیگری زان مکسبه عریان شده
- Nice kişi, kadın olarak Kaarun oldu. Nice kişi de kadın yüzünden borçlandı.
- بس کس از عقد زنان قارون شده ** بس کس از عقد زنان مدیون شده
- Şu halde sebep, eşeğin kuyruğu gibi oynar, döner durur. Ona pek dayanmazsan daha iyi edersin. 3690
- پس سبب گردان چو دم خر بود ** تکیه بر وی کم کنی بهتر بود
- Hattâ sebebe yapışırsan bile yiğit olmamalısın ki altında nice tehlikeler gizlidir.
- ور سبب گیری نگیری هم دلیر ** که بس آفتهاست پنهانش به زیر
- İşte bu tedbir ve çekinme “ Tanrı izin verirse” demenin sırrıdır. Çünkü bu kaza ve kader, insana eşeği keçi gösterir.
- سر استثناست این حزم و حذر ** زانک خر را بز نماید این قدر
- Bir adam, yiğit ve akıllı bile olsa kaza ve kader, onun gözünü bağladı mı şaşkınlığından eşek gözüne keçi görünür.
- آنک چشمش بست گرچه گربزست ** ز احولی اندر دو چشمش خربزست
- Gözleri döndüren Tanrı’dır. Peki gönlü ve fikirleri döndüren kimdir?
- چون مقلب حق بود ابصار را ** که بگرداند دل و افکار را
- Kuyuyu lâtif bir ev görürsün, tuzağı zarif bir tane. 3695
- چاه را تو خانهای بینی لطیف ** دام را تو دانهای بینی ظریف