- Bu sözün sonu gelmez. Şehzadeler, o kaleye gitmek için yola düştüler.
- این سخن پایان ندارد آن فریق ** بر گرفتند از پی آن دز طریق
- Meyvesini yemeyin denen ağaca yürüdüler. İhlas sahiplerinin tavlasından çıktılar. 3700
- بر درخت گندم منهی زدند ** از طویلهی مخلصان بیرون شدند
- Babalarının gütmeyin demesinden büsbütün hararetlendiler. O kaleye yüz çevirdiler.
- چون شدند از منع و نهیش گرمتر ** سوی آن قلعه بر آوردند سر
- O seçilmiş Padişahın sözüne karşı durdular. İnsanın sabrını yakıp yandıran “ Hüş-rüba” kalesine yüz tuttular.
- بر ستیز قول شاه مجتبی ** تا به قلعهی صبرسوز هشربا
- Öğütleri kabul eden aklın inadına gündüzden döndüler de kapkaranlık geceye daldılar.
- آمدند از رغم عقل پندتوز ** در شب تاریک بر گشته ز روز
- O güzelim “ Zatüssuver” kalesinin denize beş kapısı vardı, karaya beş kapısı.
- اندر آن قلعهی خوش ذات الصور ** پنج در در بحر و پنجی سوی بر
- Beş kapısı, dış duygularımız gibi renk ve koku alemineydi, beş kapısı da iç duygularımız gibi sırlar arardı. 3705
- پنج از آن چون حس به سوی رنگ و بو ** پنج از آن چون حس باطن رازجو
- O binlerce resim be nakşı seyrettiler, yer, yer gezdiler resimler görüp kararsız bir hale geldiler.
- زان هزاران صورت و نقش و نگار ** میشدند از سو به سو خوش بیقرار
- Bu suret kadehlerinden pek sarhoş olma ki put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın.
- زین قدحهای صور کمباش مست ** تا نگردی بتتراش و بتپرست
- Suret kadehlerinden geç onlara kapılma. Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki.
- از قدحهای صور بگذر مهایست ** باده در جامست لیک از جام نیست
- Ağzını şarabı verene aç. Şarap geldikten sonra kadeh eksik olmaz.
- سوی بادهبخش بگشا پهن فم ** چون رسد باده نیاید جام کم
- Ey Adem gönül bağlayan mana benim beni ara kabuğu, buğday suretini bırak. 3710
- آدما معنی دلبندم بجوی ** ترک قشر و صورت گندم بگوی
- Kum Halil için un olduktan sonra artık ey akıllı er, bil ki buğday hiçbir şey değildir.
- چونک ریگی آرد شد بهر خلیل ** دانک معزولست گندم ای نبیل
- Suret sureti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar.
- صورت از بیصورت آید در وجود ** همچنانک از آتشی زادست دود
- Bu suret alemini boyuna görür durursun ayıplarını görmeye başlarsın, usanırsın bıkarsın.
- کمترین عیب مصور در خصال ** چون پیاپی بینیش آید ملال
- Fakat suretsizlik sana tam bir hayret verir. Yüzlerce alet aletsizlikten meydana çıkar.
- حیرت محض آردت بیصورتی ** زاده صد گون آلت از بیآلتی
- Tanrı elsizlik aleminde eller dokur. O canlar canı adam suretini düzer durur. 3715
- بی ز دستی دستها بافد همی ** جان جان سازد مصور آدمی
- Nitekim ayrılıktan buluşmadan dolayı da gönülde çeşit, çeşit hayaller dokunur.
- آنچنان که اندر دل از هجر و وصال ** میشود بافیده گوناگون خیال
- Fakat hiçbir eser yapan esere benzer mi? Feryat ve figan zarara benzer mi hiç?
- هیچ ماند این مثر با اثر ** هیچ ماند بانگ و نوحه با ضرر
- Feryadın sureti vardır, zarar suretsizdir. Zarara uğrayanlar, kendi ellerini dişler dururlar, fakat zararın eli yoktur.
- نوحه را صورت ضرر بیصورتست ** دست خایند از ضرر کش نیست دست
- Ey delil isteyen bu örnek yakışır bir örnek değil ama anlayışı az olan için ancak bu örneği bulabildim.
- این مثل نالایقست ای مستدل ** حیلهی تفهیم را جهد المقل
- Suretsiz Tanrı’nın sanatı bir suret eker, derken benden duygularla aletlerle bitiverir. 3720
- صنع بیصورت بکارد صورتی ** تن بروید با حواس و آلتی
- Dileğine göre ne suret ektiyse beden ona uyar, iyi yahut kötü olur.
- تا چه صورت باشد آن بر وفق خود ** اندر آرد جسم را در نیک و بد
- Nimet sureti verirse beden şükreder, mihnet sureti verirse sabreder.
- صورت نعمت بود شاکر شود ** صورت مهلت بود صابر شود
- Tanrı acıma suretiyle tecelli ederse insan gelişir büyür. Bir yara, bere suretiyle tecelli ederse ağlar feryat eder.
- صورت رحمی بود بالان شود ** صورت زخمی بود نالان شود