- Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
- خوبتر زان دیده بودند آن فریق ** لیک زین رفتند در بحر عمیق
- Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür de o afyon görünmez.
- زانک افیونشان درین کاسه رسید ** کاسهها محسوس و افیون ناپدید
- Hüş-Rüba kalesi, yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı.
- کرد فعل خویش قلعهی هشربا ** هر سه را انداخت در چاه بلا
- Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı. Ey aman bilmez aman, aman!
- تیر غمزه دوخت دل را بیکمان ** الامان و الامان ای بیامان
- Eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı yandırdı. 3765
- قرنها را صورت سنگین بسوخت ** آتشی در دین و دلشان بر فروخت
- Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de.
- چونک روحانی بود خود چون بود ** فتنهاش هر لحظه دیگرگون بود
- Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o? Fitnesi her an bir başka çeşittir onun.
- عشق صورت در دل شهزادگان ** چون خلش میکرد مانند سنان
- Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi gözyaşları döküyor, elini dişliyor, yazık diyordu.
- اشک میبارید هر یک همچو میغ ** دست میخایید و میگفت ای دریغ
- Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük. O eşsiz padişah bize ne kadar antlar verdi.
- ما کنون دیدیم شه ز آغاز دید ** چندمان سوگند داد آن بیندید
- Peygamberlerin bu yüzden bizim üstümüzde çok hakkı vardır. Onlar bizim sonumuzdan haber vermişlerdir. 3770
- انبیا را حق بسیارست از آن ** که خبر کردند از پایانمان
- Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
- کاینچ میکاری نروید جز که خار ** وین طرف پری نیابی زو مطار
- Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa fırlasın gitsin.
- تخم از من بر که تا ریعی دهد ** با پر من پر که تیر آن سو جهد
- Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
- تو ندانی واجبی آن و هست ** هم تو گویی آخر آن واجب بدست
- O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin bu mevhum senliğin o değildir ha!
- او توست اما نه این تو آن توست ** که در آخر واقف بیرونشوست
- Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır. 3775
- توی آخر سوی توی اولت ** آمدست از بهر تنبیه و صلت
- Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.
- توی تو در دیگری آمد دفین ** من غلام مرد خودبینی چنین
- Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
- آنچ در آیینه میبیند جوان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن
- Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına nankörlük ettik.
- ز امر شاه خویش بیرون آمدیم ** با عنایات پدر یاغی شدیم
- Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
- سهل دانستیم قول شاه را ** وان عنایتهای بی اشباه را
- İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık, öldürdük. 3780
- نک در افتادیم در خندق همه ** کشته و خستهی بلا بی ملحمه
- Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
- تکیه بر عقل خود و فرهنگ خویش ** بودمان تا این بلا آمد به پیش
- İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
- بیمرض دیدیم خویش و بی ز رق ** آنچنان که خویش را بیمار دق
- Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan sonra kendini gösterdi.
- علت پنهان کنون شد آشکار ** بعد از آنک بند گشتیم و شکار
- Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.
- سایهی رهبر بهست از ذکر حق ** یک قناعت به که صد لوت و طبق
- Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür. 3785
- چشم بینا بهتر از سیصد عصا ** چشم بشناسد گهر را از حصا