- Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı. 3800
- داد بسیار و عطای بیشمار ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار
- Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
- زر به کاغذپارهها پیچیده بود ** تا وجودش بود میافشاند جود
- Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
- همچو خورشید و چو ماه پاکباز ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز
- Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
- خاک را زربخش کی بود آفتاب ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب
- Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
- هر صباحی یک گره را راتبه ** تا نماند امتی زو خایبه
- Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur. 3805
- مبتلایان را بدی روزی عطا ** روز دیگر بیوگان را آن سخا
- Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
- روز دیگر بر علویان مقل ** با فقیهان فقیر مشتغل
- Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
- روز دیگر بر تهیدستان عام ** روز دیگر بر گرفتاران وام
- Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
- شرط او آن بود که کس با زبان ** زر نخواهد هیچ نگشاید لبان
- Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler, susarlar beklerlerdi.
- لیک خامش بر حوالی رهش ** ایستاده مفلسان دیواروش
- Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı. 3810
- هر که کردی ناگهان با لب سال ** زو نبردی زین گنه یک حبه مال
- Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
- من صمت منکم نجا بد یاسهاش ** خامشان را بود کیسه و کاسهاش
- Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
- نادرا روزی یکی پیری بگفت ** ده زکاتم که منم با جوع جفت
- İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere düştü.
- منع کرد از پیر و پیرش جد گرفت ** مانده خلق از جد پیر اندر شگفت
- Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden daha ziyade utanmazsın dedi.
- گفت بس بیشرم پیری ای پدر ** پیر گفت از من توی بیشرمتر
- Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun! 3815
- کین جهان خوردی و خواهی تو ز طمع ** کان جهان با این جهان گیری به جمع
- Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
- خندهاش آمد مال داد آن پیر را ** پیر تنها برد آن توفیر را
- O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
- غیر آن پیر ایچ خواهنده ازو ** نیم حبه زر ندید و نه تسو
- Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
- نوبت روز فقیهان ناگهان ** یک فقیه از حرص آمد در فغان
- Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
- کرد زاریها بسی چاره نبود ** گفت هر نوعی نبودش هیچ سود
- Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı. 3820
- روز دیگر با رگو پیچید پا ** ناکس اندر صف قوم مبتلا
- Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
- تختهها بر ساق بست از چپ و راست ** تا گمان آید که او اشکستهپاست
- Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
- دیدش و بشناختش چیزی نداد ** روز دیگر رو بپوشید از لباد
- Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
- هم بدانستش ندادش آن عزیز ** از گناه و جرم گفتن هیچ چیز
- Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
- چونک عاجز شد ز صد گونه مکید ** چون زنان او چادری بر سر کشید