English    Türkçe    فارسی   

6
3800-3824

  • Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı. 3800
  • داد بسیار و عطای بی‌شمار  ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار 
  • Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
  • زر به کاغذپاره‌ها پیچیده بود  ** تا وجودش بود می‌افشاند جود 
  • Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
  • هم‌چو خورشید و چو ماه پاک‌باز  ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز 
  • Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
  • خاک را زربخش کی بود آفتاب  ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب 
  • Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
  • هر صباحی یک گره را راتبه  ** تا نماند امتی زو خایبه 
  • Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur. 3805
  • مبتلایان را بدی روزی عطا  ** روز دیگر بیوگان را آن سخا 
  • Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
  • روز دیگر بر علویان مقل  ** با فقیهان فقیر مشتغل 
  • Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
  • روز دیگر بر تهی‌دستان عام  ** روز دیگر بر گرفتاران وام 
  • Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
  • شرط او آن بود که کس با زبان  ** زر نخواهد هیچ نگشاید لبان 
  • Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler, susarlar beklerlerdi.
  • لیک خامش بر حوالی رهش  ** ایستاده مفلسان دیواروش 
  • Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı. 3810
  • هر که کردی ناگهان با لب سال  ** زو نبردی زین گنه یک حبه مال 
  • Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
  • من صمت منکم نجا بد یاسه‌اش  ** خامشان را بود کیسه و کاسه‌اش 
  • Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
  • نادرا روزی یکی پیری بگفت  ** ده زکاتم که منم با جوع جفت 
  • İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere düştü.
  • منع کرد از پیر و پیرش جد گرفت  ** مانده خلق از جد پیر اندر شگفت 
  • Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden daha ziyade utanmazsın dedi.
  • گفت بس بی‌شرم پیری ای پدر  ** پیر گفت از من توی بی‌شرم‌تر 
  • Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun! 3815
  • کین جهان خوردی و خواهی تو ز طمع  ** کان جهان با این جهان گیری به جمع 
  • Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
  • خنده‌اش آمد مال داد آن پیر را  ** پیر تنها برد آن توفیر را 
  • O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
  • غیر آن پیر ایچ خواهنده ازو  ** نیم حبه زر ندید و نه تسو 
  • Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
  • نوبت روز فقیهان ناگهان  ** یک فقیه از حرص آمد در فغان 
  • Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
  • کرد زاری‌ها بسی چاره نبود  ** گفت هر نوعی نبودش هیچ سود 
  • Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı. 3820
  • روز دیگر با رگو پیچید پا  ** ناکس اندر صف قوم مبتلا 
  • Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
  • تخته‌ها بر ساق بست از چپ و راست  ** تا گمان آید که او اشکسته‌پاست 
  • Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
  • دیدش و بشناختش چیزی نداد  ** روز دیگر رو بپوشید از لباد 
  • Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
  • هم بدانستش ندادش آن عزیز  ** از گناه و جرم گفتن هیچ چیز 
  • Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
  • چونک عاجز شد ز صد گونه مکید  ** چون زنان او چادری بر سر کشید